1 Cümbür Cemaat

Cümbür Cemaat

0

Türkiye’deki tarikat ve cemaatler üzerine çok araştırmalar yapıldı ve bu konuda yazılmış bir sürü eser var.  Benim burada değinmek istediğim konu tarikat ve cemaatlerin ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamında desteklendiği ve antikomünist bir NATO yapılanması olan Gladyo tarafından yönlendirildiği olgusudur. “Yeşil Kuşak”   II. Dünya Savaşında sonra Sovyet  yayılmacılığına karşı İslam ülkelerinde dincileri destekleyip dinci rejimleri iktidar yapmak, SSCB’ye karşı İslam’ı kullanarak bir kuşatma ve  kalkan oluşturma projesidir.

Gladyo,  NATO üyesi ülkelerde kurulmuş gizli bir kontrgerilla örgütü olup “Süper NATO” adıyla da anılır. Prof. Dr. Yalçın Küçük, Soner Yalçın gibi araştırmacılar tarikatların Gladyo-CIA-MOSSAD trilojisi tarafından yönlendirildiğini yıllardan beri yazıp söylediler, ama kimse kulak asmadı. Şimdi takke düştü, kel göründü.

YEŞİL KUŞAK, MARSHALL VE AMERİKAN SÜTTOZU

1948de ABD tarafından başlatılan Marshall Yardımının amacı Türkiye ve Yunanistan’ın da bulunduğu 16 ülkenin   komünist bloka katılmasını engellemekti. Nitekim, 1950de Demokrat Parti’nin   iktidar olmasıyla  hızlı bir İslamlaşma süreci gözlemlenir: Minarelere hoparlör takılmasına başlanır, cami inşaatları, Kuran Kursları,  İmam Hatip Okulları yaygınlaşır, vatandaşlar sabah kahvaltısında Marshall Yardımıyla  Amerika’dan gönderilen süttozu, balıkyağı, eritme peyniri ve tereyağıyla beslenirken (ilkokula giderken bunlardan bol bol yedik) birileri kararlı ve planlı bir şekilde Cumhuriyet kazanımlarını ve Atatürk devrimlerini var güçleriyle yok etmenin çabası içindedir.

Zira, emperyalizme ve işgale karşı Kurtuluş Savaşı ile direnip zafer kazanmış bir lider ve uyanış içindeki bir ülke ABD çıkarlarıyla bağdaşmıyordu. Ne yapıp edip Atatürk ve devrimlerin halkın gözünde aşağılanması, itibarsızlaştırılması gerekiyordu. Tabi, o zamanlar “sömürüyor, ama bedava yemek veriyor” görüşü egemendi.  DP’nin iktidar olmasıyla başlayan bu karşı devrim sürecinde meydana gelen  önemli olayları dizinsel olarak aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

 

1 Mart 1950: Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayılı yasa yürürlükten kaldırılması.

16 Haziran 1950: Ezanın Türkçe yerine tekrar Arapça okunmaya başlanması.

5 Temmuz 1950: Radyoda dini programların serbest bırakılması.

21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, din derslerinin zorunlu olmasına karar verir.

3 Aralık 1950: Arap harfleriyle eğitim vermeyi yasaklayan 23 Eylül 1931 tarihli kararname iptal edilir

1 Ocak 1953:  Atatürk’ün kurduğu Köy Enstitüleri kapatılır.

14 Şubat 1957: Ankara Kocatepe Caminin yapımıyla birlikte her mahalleye bir cami kampanyası başlar.

1 Şubat 1959: Yüksek İslam Enstitüsü açılır. Bu tarihten itibaren cami minarelerine hoparlör takılmasına başlanır. Atatürk büst ve heykellerine karşı gerici saldırılar yaygınlaşır.

17 Mayıs 1967: Her ilde İmam Hatip Okulu açılması kararlaştırılır.

 

Görüldüğü gibi ülkenin İslamlaştırılması Yeşil Kuşak’a uygun olarak  kararlı bir şekilde sürdürülür. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türk entelijentsiyasını kendi çıkarları için bir tehdit olarak gören ABD, Gladyo aracılığıyla yurtsever aydınları ve bilim adamlarını yok etmek için düğmeye basar:

7 Nisan 1978’de  Prof. Server Tanilli’ye saldırı düzenlenir.
1 Şubat 1979 Milliyet’in baş yazarı Abdi İpekçi,
22 Temmuz 1980 DİSK başkanı Kemal Türkler,
31 Ocak 1990 Prof. Dr. Muammer Aksoy,
7 Mart 1990 Çetin Emeç,
4 Eylül 1990 Turan Dursun,
6 Ekim 1990 Prof. Dr. Bahriye Üçok,
24 Ocak 1993 Uğur Mumcu (“İmam-Subay” yazısından iki gün sonra)

suikasta kurban giderler.

Sol hareket yok edilir, laiklik ve devrim ilkeleri ayaklar altına alınır, dincilik ve tarikatlaşma hızla gelişir.

Kore Savaşına katılarak NATO’ya girmeye hak kazanmış Türk ordusu   27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini yapacaktır.  12 Eylül  darbesi yapıldığında ABD’nin o dönemki Dış İşleri Bakanı Kissinger’in ‘‘Our boys have done it” (bizim çocuklar işi becerdi) sözü tarihe geçer.  Tüm bu İslamlaştırma süreci, solun ezilmesi, darbe ve suikastların arkasında ABD ve Gladyo’nun olduğu açıktır.

 

TÜRK AYDINLARININ PARADOKSU

Osmanlı ve Türk aydınlarının bir türlü çözemediği çatışkı (paradoks)  budur. Avrupalı gibi olmakla, onlar gibi giyinmekle, onlar gibi düşünmekle onlardan destek göreceklerini, bunun yeterli olacağını zannetmişlerdir. Bu  yetmez: ABD ve Avrupa’yı sürekli mücadele edilmesi gereken bir rakip olarak görmek ve her ülke gibi Türkiye’nin de kendi bilim toplumunu oluşturması gerekir.

Bizim lapacıların Eurospor 2016’da nasıl sapır sapır döküldüğünü, ortaya konan futbolun ruhsuzluğunu, futbolcuların aczini gördük değil mi? Büyük görkemli sözler, mangalda kül bırakmayan tavırlar,  böbürlenmeler vardı. Ama, ne hırs, ne de kazanma istenci vardı! Oysa, minicik ülkelerin takımları büyük bir tutkuyla mücadele etti ve kazandılar. İşte siyaset ve devletlerarası ilişkiler de futbol maçı gibidir.

Gerçekte, ne ABD, ne Avrupa Birliği kendilerine rakip olacak modern, güçlü, çağdaş bir Türkiye görmek istemezler. Yanlış anlaşılmasın: Dinsel geleneklere  bağlı kalalım demiyorum.  Tam tersi, dincilikten kurtulmak, bilim ve siyasette dini referanslardan vazgeçmek gerekir. Zira, ancak ileri ve çağdaş bir Türkiye ABD ve Avrupa ile gerçek anlamda   boy ölçüşebilir. Ama onlar karşılarında kendileri gibi olan dişli bir rakip değil, bir lokma bir hırkacı, boynu bükük, şeriat ve dincilikle pasifize edilmiş bir koyun sürüsü görmeyi tercih ederler ki rahatça at koşturabilsinler, ülkeyi kolaylıkla sömürebilsinler.

İşte o nedenle, Suudi Arabistan gibi şeriatçı ülkelerle sıkı fıkı dost olur, Arap krallarının, şeyhlerin, emirlerin önünde el pençe divan dururlar. Kendileri demokrasi ve özgürlükten yana oldukları halde  görmek istedikleri, kendileri gibi modern, bağımsız ve demokratik bir ülke değil, ılımlı İslam ile güdülen  Batı çıkarlarına uyumlu bir Türkiye’dir. Onların da paradoksu budur! İşte bu nedenlerle ABD  sömüreceği ülkelerdeki en gerici unsurları destekler, onlara arka çıkar. Gülen’in Pennsylvania’da saltanat sürmesine izin vermesinin nedeni de budur.

 

CEMAAT VE TARİKATLARIN ORTAK YÖNLERİ [1]

Başta Gülen cemaati olmak üzere Gladyo tarafından örgütlenen, desteklenen cemaat ve tarikatların farklı inançları da olsa ortak yönleri çoktur. Öncelikle,  CIA, MOSSAD gibi yabancı istihbarat örgütleri ve İslami Holdinglerle bağlantılıdırlar.

Örgütsel yapıları Cizvit (Jésuite), Masonik veya Mormonik yapılanmaları andırır. Cizvit misyonerleri gibi çalışan müritler şeyhlerini Muhammet’in vekili, hatta Mehdi olarak görür. Bürokrasi, siyaset ve orduya sızmış müritlerin yeni yandaşlar bulması, onları tarikata üye yapması  cihat olarak kabul edilir. Hedef kitle  13-30 yaş arası, özellikle varlıklı aile çocukları, okullar, üniversiteler, yurtlar, dershaneler, öğrenci evleridir.  [2]

Çoğu cemaatçe kabul edilen Darül Harp inancına göre, şeriatla yönetilmeyen  Türkiye kafirdir, yıkılmalıdır ve katli vaciptir. İslam ve şeriat zafere ulaşana dek her şey, her tür yasadışı işlem, hırsızlık,  cinayet, devleti yıkma girişimleri ibadettir. Son hedef devleti ele geçirip Sünni şeriat devletini kurmaktır. [3]

15 TEMMUZ DİNCİ DARBESİ NE İŞ?

Her şeyden önce kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak tanıtan ve FETÖcü bir grup asker tarafından gerçekleştirildiği anlaşılan bu darbenin “askeri” değil “dinci” bir darbe olduğunu görmemiz gerekir. Genel Kurmay sitesini ve TRT’yi ele geçiren darbeciler yayınladıkları bildiriyle sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, ancak, halkın sokağa inmesi, polis ve ordunun direnmesiyle  denetimi yitirmişlerdir. Ordunun sadece %2si bu işe bulaşmış, geri kalan birlikler darbeye direnmiştir. Halk, polis ve Türk ordusu darbeciler ile savaşmıştır. [4]

Darbecilerin amacı Erdoğan’ı devirmek de olsa, asıl hedefin   AKP ve eski ortağı FETÖ tarafından mahvedilmiş son laik devlet Türkiye’ye karşı bir  “coup de grâce” kalkışması olduğu bilinmelidir. Bu bağlamda  öyle tuhaf bir noktaya geliyoruz ki AKP Türkiyesi ABD ve NATO’ya rest çekebilir. Kişisel, egosantrik  nedenlerle de olsa bu rest ABD ve Avrupa Birliğinin tüm Ortadoğu politikalarını ve Obama’nın ünlü Büyük Ortadoğu Projesi’ni alt üst edebilir.  Zira, bu darbe girişimiyle  Türkiye’nin dominodaki son taş olduğu iyice açığa çıktı.

Ancak, AKP hükümeti  panik halinde bir cadı avı başlatarak FETÖcü olduğu gerekçesiyle muhalif yazarları tutuklamaya, yayınevlerini, okulları kapatmaya başlarsa, NATO ve koalisyon güçlerinin,  -Saddam’a yaptıkları gibi- çakma bir gerekçe icat ederek Türkiye’ye karşı askeri bir harekata girişmeleri  göz ardı edilmemesi gereken bir olasılık olarak düşünülmelidir.  [5]

 

ABD VE AB DURUMDAN HOŞNUT DEĞİL

Çünkü, ABD ve hatta AB Troykasının dinci darbenin engellenmesinden,  muhalefet ve iktidar partilerinin uzlaşmasından, Türklerin demokrasiyi sahiplenmesinden hoşnut olmadıkları anlaşılıyor.  Batı medyasında ön plana çıkan sakallı ve eli palalı bir takım bünyelerin tankların, ağaçların tepesinde tekbir getirmeleri. İyi de birader darbeye karşı çıkan, ve darbeyi önleyen bir tek bunlar mıydı?

Ankara’da darbecilere ait  üç helikopterin düşürülmesi, Akıncı Üssü’nün  darbecilerin uçak kaldırmasını engellemek için bombalanması, yığınak yaptıkları yerleşkelerin zırhlı birliklerce geri alınması, 104 darbeci askerin öldürülmesi, 700   darbeci er ve erbaşın teslim alınması sakallı ve palalılarca mı gerçekleştirildi?

24 Temmuz’da CHP öncülüğünde gerçekleşen demokrasi mitingine katılanlardan niye söz eden yok?  Darbecilerin açtığı ateşle 173 sivil yurttaş yaşamını yitirdi,   1535 yurttaş yaralandı. Bunların hepsi sakallı ve palalı mıydı? Peki darbecilerce şehit edilen 62 polis ve 5 asker için ne diyecekler? ABD’de bir günde 62 polis öldürülse acaba nasıl bir tepki oluşurdu? O halde, Batı medyasındaki Türkiye aleyhindeki bu tür algı operasyonlarını yutmamak ve ciddiye almamak gerekir.

Avrupalılar lafı eveleyip geveliyor, hukukçular, yazar ve gazeteciler tutuklanıyor diye kıyamet koparıyor, ama, işin en tuhaf yanı Amerikalı yetkililerin  sanki darbeyi desteklermiş gibi  gözüpek açıklamalarda bulunmaları!  Bu bağlamda, BBC’nin haberine göre 29 Temmuz 2016 günü, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General John Votel,

“Türkiye’deki pek çok liderle, özellikle de askeri liderlerle ilişki içinde olduğumuz gerçek. Bu ilişkilerin ilerleyen dönemlerde nasıl etkileneceği konusunda endişelerim var. Gelişmelerin  Pentagon’un bölgedeki operasyonlarına zarar vermesinden kayı duyuyorum”

derken,

ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper

“Darbe girişimi Türkiye’deki güvenlik aygıtının bütün parçalarını etkiledi. Birçok muhatabımız ya tasfiye edildi, ya da tutuklandı. Bunun işleri daha da zorlaştıracağına şüphe yok”

şeklinde bir açıklama yapmaktan çekinmiyor. Türkiye’nin sert tepkisi üzerine  bu söylemlerin ABD Dışişleri ve Votel tarafından tevil yoluna gidilmesi ikiyüzlülükten öte hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Görünen o ki, Türkiye’nin darbeyi kıl payı bertaraf etmiş olması, 15 Temmuzdan bu yana sürdürülen demokrasi nöbetleri, darbecilere direnirken yaşamlarını yitirenler,   ne ABD, ne de Avrupa’nın umurunda değildir. ABD’nin gözünü iyice karartmış olduğu ve bu işin içinde olduğu açık seçik ortada. O nedenle,  Türkiye açısından tehlike daha tamamen geçmedi. Darbeciler başarılı olsaydı, ordu ikiye bölünebilir ve iç savaş çıkabilirdi.

Şimdi bu kritik aşamada yapılması gereken, halkın ve siyasal partilerin uzlaşmacı olmaları, dinsel referansları bir kenara bırakmaları, Atatürk ilkeleri, laiklik, demokrasi ve ifade özgürlüğünün önünü açmalarıdır. Darbeleri önlemenin en etkin yolu budur. Bu konuda pek umudum olmasa da yapılması gereken budur.

Yeşil Kuşakçıların ve Gladyocuların en büyük yanılgısı Türkiye’yi bir “İslam devleti” olarak görmeleri olmuştur. Oysa, Türkiye bir İslam devleti değil, emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı vererek kurulmuş, devrimci bir geçmişi olan, laik ve her türlü inancı kucaklayan bir ülkedir. Böyle bir ülkeyi  Amerikan güdümünde bir İslam devletine dönüştürmenin o kadar kolay olmadığı ve olamayacağı görülmüş, görülmektedir.  Dinci darbenin başarısız olması bunun en somut göstergelerinden biridir. ABD Genel Kurmay başkanı 31 Temmuz’da Türkiye’ye geliyor.  Aslında yapılması gereken bu ziyaretin iptal edilmesi veya ertelenmesidir. Burası ABD’nin eyaleti değildir ve olmayacaktır. Türkiye’nin ABD ve koalisyon güçlerinin beklenmedik bir askeri saldırısına karşı uyanık durmasında sayısız fayda vardır.

 

Erol İrdelmen

 

 

[1]   Türkiye’deki önemli tarikat ve cemaat grupları:

1) İsmail Ağa Cemaati
2) Fethullah Gülen Grubu
3) İskender Paşa Cemaati
4) Erenköy Cemaati
5) Süleymancılar
6) İhlascılar
7) Yazıcılar
8) Nakşibendi
9) Melamiler
10) Hakikatçiler
11) Hazneviler
12) Menzilciler
13) İcmalciler
14) Uşşakiler
15) Cerrahiler
16) Kadiri Muhammediye
17) Hizbi Tahrir
18) Tillocular
20) Halveti
21) Adnan Hoca Grubu
22) Aczmendi

[2] Medya ve basında izlediğimiz gibi işin bir de psikoseksüel  boyutu vardır. Tecavüz, cinsel taciz, çocuk gelinler, pedofili gibi parafilik olgular tarikatlarda dinsel simge ve gerekçelerle kamufle edilir ve yaygındır.

[3] Kuşkusuz, son çözümlemede, bu Sünni şeriat devletinin Şii İran ile savaştırılması Gladyo için göz ardı edilmemesi gereken bir olasılıktır.

[4] Ankara’da darbecilere ait  iki helikopter  F-16larca, İstanbul’da  bir helikopter Türk Hava Kuvvetlerince düşürülmüş, merkezleri olan Akıncı Üssü savaş uçaklarınca bombalanarak darbecilerin uçak kaldırması engellenmiş, yığınak yaptıkları yerleşkelere zırhlı birlikler karşı saldırı düzenlemiştir. Darbe girişimi sırasında 104 darbeci askerin öldürüldüğü, 700 kadar  er ve erbaşın polise teslim olduğu,  62 polis, 5 asker, 173 yurttaş olmak üzere  240 kişinin şehit olduğu, 1535 kişinin yaralandığı açıklanmıştır.

[5] Hiçbir dinci girişime hoşgörü göstermeyen Rusya, Fethullah Gülen Cemaati’nin de kendi ülkesindeki faaliyetini yasaklamıştır. Ancak, faaliyetleri yasaklamak başka, hukukçu, gazeteci ve yazarları apar topar tutuklamak başkadır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün korunması gerekmektedir.

 

yorum

Yorumlar kapalı.