1 En Güzel Mavi Akdeniz Mavisidir

En Güzel Mavi Akdeniz Mavisidir

0

Düşlerin sonsuza koştuğu yerde
Sabrın çiçeklerini açtığı yerde
Asla kapanmaz yaşanan defter
Çünkü tarihin en güzel yerinde
Son sözü hep direnenler söyler

Başlık güzel değil mi? Akdeniz’in engin sularında serinlemek isteyen Bayram gezginleri için ne kadar da romantik bir tanım. Oysa anımsatacağım gerçek hiç de öyle değil.

1984 Nisan ayına götüreceğim sizleri. 12 Eylül faşizminin dayatacağı tek tip giysilere karşı çıkanların, giysilerin mavi rengine gönderme yaparak tarihe düştükleri nottur bu slogan; ‘’en güzel mavi Akdeniz mavisidir’’. 84 Nisan’ında tek tip giysiye karşı çıkanların başlattığı açlık grevi 84 Mayıs’ında ölüm orucuna dönüşür.

Tep tip giysi dışındaki istekler; cezaevlerinde işkence ve baskının son bulması, savunma hakkının engellenmemesi, yaşam koşullarının düzeltilmesi ve siyasi tutukluluk hakkının verilmesidir. 64. gün Abdullah Meral, 66. gün Haydar Başbağ ve Fatih Öktülmüş, 73. günde de Hasan Telci yitirirler yaşamlarını…

Yıl 2017.
Sivil faşizmin kirli pençesindeki Türkiye’de Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevinin bugün 169’uncu günündeler. Bugün, savunmalarını üstlenen dört avukat, basın açıklaması yapmak isterken, Ohal Komisyonu binasının önünde gözaltına alındılar. İki gün önce ‘’Nuriye Gülmen’in derisinde döküntüler başladığı, ışığa hassasiyetinin arttığı’’ açıklanıyor. Semih’in de durumu farklı değil. 35’li 40’lı kilolarda sürüyor yaşamları. İki genç insan eriyorlar parça parça, yavaş yavaş eksiliyorlar gözümüzün önünde. Küçülen bedenlerinde yürekleri hala sağlam, haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı sürdürüyorlar direnişlerini.

Bakın anlatayım size ne demektir Açlık Grevi, Ölüm Orucu. Anlatayım ne demektir ölmeye yatmak…

Öyle bir anda yaşanmaz her şey. Yavaş yavaş, sessiz ve geri dönülemez bir biçimde gelir ölüm. Üç – dört gün sonunda açlık ve yorgunluk başlar, mide krampları oluşur. İkinci hafta baş ağrıları, baş dönmeleri, kusmalar ve halsizlik başlar, dik duramaz, uzun süre oturamazsın. Tam alıştım derken, bir süre sonra geri gelir zorluklar.

İlk günlerdeki hızlı kilo veriş, 20’li günlerden sonra yerini yavaş ama düzenli bir ağırlık yitimine bırakır. Çünkü önce bedenindeki yağları yersin. Sonra sıra kaslarına gelir. Erimeye, incelmeye, yok olmaya başlar kaslar. Protein depolarının sindirimi, kas kütlelerinde azalmaya ve hormonal bozulmalara neden olur. 40’lı, 50’li günlerde sıra organlara gelir. Yağları, kasları yok eden, yiyip bitiren beden, kendi organlarına saldırmaya başlar. Açlığını, kendi içini yiyerek bastıracaktır bir süre.

Artık ayağa kalkamazsın. Bacakların taşıyamaz bedenini. Kusmak istersin durmadan. Başını kaldıramazsın. Birileri yardıma gelir, bir dost eli tutar başını, sarkıtır yatağın kenarından, yerdeki tasa boşaltabilmen için aslında içinde olmayanları. Birileri yardım etmez, koluna girmez hatta koltuklamazsa tuvalete bile gidemezsin. Daha sonra ateşler içinde yanacaktır ayak tabanların, yere bile basamadan kıvrılacaksındır bir köşede. Kemiklerin çok acır yatarken. Çünkü incelmiş derinin içinde ne kas ne de yağ vardır kemiklerinin üzerlerini saran. Dönemezsin kendi başına. Birileri gelir çevirir seni sık sık. Yaralar açılmaya başlar bir süre sonra. Derilerin kurur, incelir, dökülür parça parça. Islamak gerekir bedenini ama silemezler soymamak için tenini. Usul usul bastırırlar ıslak bezleri kuruyan, zar gibi incelen, dökülen tenine.
Duyularını yitirmeye başlarsın ya da çok keskinleşir duyuların. Ya ışık, ya koku ya ses ya da başka bir şey müthiş acıtır canını. Kapkaranlık olsun istersin içerisi, çıt çıkmasın istersin. Hele o kokular var ya, mideni kaldıran, içini bulandıran o kokular! Yakınlarını, arkadaşlarını ta uzaktan kokularından tanır, ayırt edersin.

Sonra, açlık ve susuzluk hisleri tümüyle kaybolur. Su yutmada zorlanmalar yaşarsın, işitme ve görmede zayıflamalar, hatta kayıplar, duyularındaki hassasiyetin yerini almaya başlar. Suyu damla damla dudaklarına, ağzına akıtırlar. Onu da yutamazsın. Islak bez koyarlar dudaklarına. Solunumun zorlaşır, beynin düşüncelerine yanıt veremez, kavrayamaz, anlayamazsın. Vitamin almazsan, sarılık başlar. Nabız yavaşlar.

45.- 50. günün ardından, damarlarında, plaklar, tıkanmalar, yaşamın boyunca taşıyacağın damar hasarları, beyin hücrelerinde ölümler meydana gelmeye başlar.

Son aşama, geri döndürülemez beyin hasarıdır. Wernicke-Korsakoff Sendromu denir buna. Beyin bedende direnişini sürdüren son organdır. Beden iflas ettikten sonra beyinde hücre ölümüne bağlı olarak, kalıcı hafıza kaybı ve hafıza depolama bozukluğuyla, kas eşgüdüm bozukluğu başlar. Yürüyemez hatta ayakta duramazsın artık. Ayrıca göz bozuklukları, kaslarda istemsiz kasılmalar, bellek kaybı, öğrenme zorluğu, belleği depolayamama, el ve ayaklarda uyuşma ve yanmalar, yanan ayak sendromu gibi kalıcı hasarlar oluşur. Belleğinin, özellikle son 5-10 yılı tümüyle silinip kaybolabilir.

Bağırsakların, iç organlarını tüketip sindirirken, tıkanır, yapışır, yaşam boyu seni terketmeyecek karın ve kolon ağrıların başlar.
Grev ya da oruç bitti ve yaşama tutunmaya başladığını varsayalım. En az iki ay yiyemez, ilk çorbanı bile günler haftalar sonra içer, birkaç ay sonra yavaş yavaş beslenmeye başlarsın. Kendine gelme süreci açlık döneminin ölüme götüren sürecinden çok daha uzundur. Sonraki yıllarda, yiyecekle aranda tanımı olanaksız bir nefret-gereksinim ilişkisi başlar. Yemek istemezsin çünkü acıkmazsın. Birileri anımsatmazsa yemek aklına gelmez artık. Su içmeyi yaşamından çıkartırsın.

Gelişmiş hipotermiye bağlı üşüme, el ve ayaklarının birden soğuması, ardından yanması, sürekli üşüme hali alışıldık yaşam biçimine dönüşür. Şiddetli karın ağrıları, kas ve kemik ağrıları yaşamı katlanılmaz hale getirir.

Açlık grevine yatan, su, tuz, şeker, limonata gibi gıdalar alırken, ölüm orucuna yatan yalnızca su ve beyin hasarını engellemek için B1 vitamini alır.

60’lı günlerde başlayan ölümler, B1 kullanımıyla 500’lü günlere geciktirilebiliyor bugün ama, asıl olan açlık grevi ve ölüm orucu arasındaki politik eylem farklılığıdır.

Açlık grevi bir eylemsel pazarlık düzeni olarak da sürdürülebilir. Bir nedenle, bir uzlaşma sürecinin başlamasıyla, bir karşılıklı görüşme, bir arabuluculuk girişimi, eylemi durdurabilir. Süreç sonunda uzlaşılamazsa eylem yeniden başlatılabilir.

Ölüm orucu ise bir olmazsa olmaz sorunudur. İstekler, ya onaylanır, ya reddedilir. Ara yol yoktur. Pazarlık yoktur. Karşılıklı ödün yoktur. Uzlaşma yoktur. Koşulsuz onay ya da yadsıma vardır. Ya kazanırsın ya ölürsün.

Faşizme direnmenin kişisel olmaktan öte, bir simgesel tavır koyma eylemidir açlık grevi ya da ölüm orucu. Yalnızca yapanın kazanımı ya da kaybı değil, hepimiz adına simgeleşen bir direniştir bu eylem.

Bu eylemi yalnızca Nuriye ve Semih özelinde görmek, gün saymak en büyük insan yanılgımız olur. Bu eylem, yalnızca onların değil, hepimizin erime, yok olma, ölüm sürecimizin simgesidir.

Ya birlikte var olacağız, birlikte tutunacağız yaşama ya da birlikte ölmeyi kabullenip yok oluşumuza, çalınan yaşamlarımıza ve olmayacak geleceğimize ağıt yakacağız…

 

Cem Cinol

 

yorum

Yorumlar kapalı.