1 “Tam Rezillik” Hali

“Tam Rezillik” Hali

0

Cumhuriyet tarihinin en kritik oylaması olan 16 Nisan 2017 “referandum”u geride kaldı. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) itirazları reddederek “gerekçeli” kararını ve kesin sonuçları açıkladı. Söylenecek çok şey var, söyleyeceğiz. Burada her biri uzun değerlendirme gerektiren ve ayrı bir yazının konusunu oluşturabilecek  bazı hususları ana başlıklar halinde paylaşmak istiyorum:

1) 16 Nisan 2017 tarihinde “beklenen” olmuş, Cumhuriyet tarihinin en büyük, en organize seçim sahtekarlığı ve oy ve irade hırsızlığı gerçekleşmiştir. Cebren ve hile ile sandıklara girilerek oy ile beliren seçmen iradesi çalınmış, milli egemenlik gaspedilmiştir.

Her türlü devlet olanağının kullanılması ve çeşitli manipülasyonlarla eşitsiz ve adaletsiz olarak yürüyen süreçte YSK, Anayasa’nın 79.maddesinden kaynaklanan görevini yerine getirmemiştir. “Gizli oy açık tasnif ilkesi; “Açık oy, gizli tasnif” şekline bürünmüş ve oylama referandum olmaktan çıkartılarak dayatmaya dönüşmüştür. Buna rağmen istenilen sonucun alınamayacağı görülmekle, önceden tasarlanıp devreye sokulan organize sahtekarlık, onca somut kanıta rağmen YSK eliyle tescillenmiştir. Bir başka ifadeyle sandıktan “evet” çıkmamış, çıkartılmıştır ! Ancak bilinmelidir ki oy, irade ve egemenlik “hırsızlığı” başka hırsızlıklara benzemez! Çok daha ağır ve vahimdir.

2) Oylamaya karıştırılan bu organize fesat sonucunda,  Anayasamızın değiştirilemez ilk üç maddesi, dolayısıyla rejim fiilen değiştirilmiştir.  Bu şekilde esasen Anayasaya ve rejime karşı bir darbe gerçekleştirilmiştir.

“TARİH VE TOPLUM VİCDANI BUNU UNUTMAYACAKTIR”

3) Yüksek Seçim Kurulu (YSK) da, bu büyük hukuksuzluğa ve gaspa onay ve destek vermiş, anayasal görevini yerine getirmediği gibi açık kanun hükümlerini çiğneyerek suç işlemiştir. Türkiye, TSK darbelerinden sonra YSK darbesi ile de tanışmıştır ! Nitekim YSK’nın sözde “gerekçeli” kararı, kendi içinde tutarsız, inandırıcı ve ikna edici olmaktan uzak bir laf yığınından ibarettir ve gerçekte bir tür itirafnamedir ! Mızrak çuvala sığmamaktadır. Yaşadığımız şey “tam kanunsuzluk” veya “tam hukuksuzluk” tan da öte, “tam rezillik” halidir! Tarih ve toplum vicdanı bunu unutmayacaktır.

4) Bu sahtekarlığın, buna iştirakin ve göz yummanın, siyasi ve hukuki karşılığı ve sonuçları vardır. Hukuki hesabın bugün sorulamıyor olması, yarın sorulamayacağı anlamına gelmemektedir. Bir ülkenin rejimiyle, kaderiyle, geleceğiyle oynamak o denli basit bir olay değildir.

“BU SONUÇ GEÇERLİ VE MEŞRU SAYILMAZ”

5) Seçmen iradesinin sonuca her türlü kuşkudan uzak ve gerçek bir biçimde yansıdığının belirlenemediği, aksine bu iradenin  sistematik ve organize olarak hileli yöntemlerle çalındığı ve çarpıtıldığına dair çok güçlü kanıtlar bulunduğu anlaşılan, şekli meşruiyetten dahi mahrum bu sonuç geçerli ve meşru sayılamaz. Aksine, böyle bir sonucu kabullenmek, seçmen iradesinin çalınmasına, gaspına, hileye onay vermek olur. Dolayısıyla bu sonucu kabullenmemek, tanımamak; seçmen iradesini kabullenmemek olmayıp, yapılan hileyi, fesadı,  oy ve irade hırsızlığını tanımamak anlamına gelmektedir. Şekli meşruiyetin dahi olmazsa olmaz önşartı, seçmen iradesinin sonuca hilesiz ve fesatsız biçimde doğru olarak yansımasıdır.

6) Tüm yurttaşların şu soruyu sorma ve cevabını bekleme hakkı vardır: Eğer ülkede seçmen iradesi hilesiz, fesatsız, doğru bir biçimde sonuca yansımıyorsa, iktidar her durumda hileli yollarla bir seçimi kazanabiliyorsa ve kazanacaksa, bunun güvencesi olarak etkin bir yargı denetimi de yoksa, bu çerçevede en büyük güvence olması gereken YSK da hile ve fesada olur verecekse o ülkede iktidar nasıl değişebilecektir? Daha vahimi değişebilecek midir ? Bu durumda sonucu ve kazanacak olanı belli olan, oy kullanmanın bir anlam ifade etmediği bir oylamaya seçim demek, sonucu kabullenmek mümkün müdür ? Bu durumun kendisi bir darbe değil midir ?

“O İŞ BİTMİŞ DEĞİLDİR”

7) Bu nedenlerle, “o iş bitmiş” değildir! Egemenliğin milletten gaspedilmesi, basit ve  bitebilecek bir “iş” olarak değerlendirilemez. Hiç kimse, hukuk dışı ve hileli yöntemlerle seçmen iradesini değiştirerek,gaspederek meşruiyet zemini oluşturamaz, bunun üzerinden ülkeyi yönetemez.

8) Kaldı ki, bir ülkenin geleceğini etkileyecek yaşamsal önemdeki bir oylamanın bir futbol maçına benzetilmesindeki tuhaflık ve “derinlik” bir yana;  eğer bu bir “maç” ise o maç zaten 11’e 11 değil; 111’e 11 oynanmış, hakem (ler), gözlemci ve temsilciler açıkça taraf tutmuş, bir tarafa olmayan penaltılar verilirken diğer tarafın açık penaltıları verilmemiş, buna rağmen skor ancak 1-0 olabilmiştir!

“YARGIYA APAÇIK TALİMATTIR”

9) Daha resmi sonuçlar açıklanmadan, itirazlar sonuca bağlanmadan yapılan ve tevilli ikrar anlamına gelen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” ve “O iş bitti” türünden açıklamalarla iktidarın seçmen iradesine ve yargı denetimine olan “saygı”sı (!) da bir kez daha görüldüğü gibi, yargıya apaçık bir emir ve talimattır. Gidilip gidilemeyeceği yönündeki teknik tartışmalar bir yana, süreçte artık gidilebilecek en üst merci Anayasa Mahkemesi iken, bu kritik ortamda Anayasa Mahkemesi Başkanının Cumhurbaşkanı ile bir araya gelmesi manidar ve düşündürücüdür. Yaşadığımız trajik sürecin bir özeti ve aynasıdır.

10) Egemenlik, kayıtsız şartsız “seçmenin”, “seçmen çoğunluğunun” veya “kişilerin” değil milletindir. Millet ise seçmenden veya seçmen çoğunluğundan ibaret değildir. Aynı şekilde egemenlik, oy kullanmaktan ibaret de değildir. Egemenlik millet tarafından anayasadaki yetkili organları eliyle (yasama, yürütme, yargı) kullanılmaktadır ve iktidarı sürekli olarak denetleme hakkını da içermektedir. Hiç bir iktidar sınırsız bir yetkiye sahip olmayıp, millet iradesinin tezahürü olan Anayasa ve hukuk ile bağlıdır, şartlı bir yetki kullanmaktadır.

“BUNUN ADI SALTANAT VE HANEDANLIKTIR”

11) Bir ülkede egemenliğin millete ait olduğunun göstergesi, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığıdır. Kuvvetler ayrılığının, siyasi ve hukuki denetimin bulunmadığı, tüm kuvvetlerin ve yetkinin denetimsiz olarak tek bir kişide toplandığı yerde artık egemenlik millete değil, kişiye ait olur ki bunun adı saltanat ve hanedanlıktır.

12) Kurumların, kuralların, denetim mekanizmalarının, rejim sigortalarının bulunmadığı, ortak aklın devreden çıkarak her şeye tek bir kişinin karar verebildiği bir ülkede devlet her türlü tehdide açık bir hale geldiği gibi, hiç kimsenin de hukuk güvenliği olamaz.

“BU İŞİ TÜRK MİLLETİ ÇÖZMELİDİR VE ÇÖZECEKTİR”

13) Bu açıdan 16 Nisan 2017’de, küresel planlama doğrultusunda, millete ait olan egemenlik, cebren ve hile ile milletten gaspedilerek bir kişiye devredilmiştir. Yakın bir zamanda Hakimler Ve Savcılar Kurulunun (HSK) değişecek ve tamamen iktidarın güdümüne girecek olmasıyla artık kimsenin hukuk güvenliği bulunmamaktadır.

14) Bu büyük gasp unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Buna karşılık, bu durumun bahane edilerek Türkiye’ye, daha önce de çeşitli ülkelerde tezgahlanan “renkli devrimler ” benzeri doğrudan veya dolaylı bir küresel-emperyalist müdahaleye karşı da uyanık olunmalıdır. Nitekim geçtiğimiz günlerde gerek ABD’nin gerekse AB’nin açıklamalarında sonuca duyulan “saygı” nın ifade edilmesi ilginçtir! Bu işi Türk Milleti çözmelidir ve çözecektir. Bilinmelidir ki Türkiye ve Türk milleti, kişi veya kişilerden büyüktür. Bu ülke ve devlet hiç kimsenin mülkü de değildir.

“YENİDEN KUVVAYI MİLLİYE”

15) Nitekim, daha zorlu sınavlardan başarıyla çıkmış olan, şanlı bir maziye sahip Türk Milleti bu zorlukları da aşabilecek birikime ve güce sahiptir. Şimdi olması  gereken, ülkeyi tekrar kuruluş ilkeleri ve felsefesini esas alarak yeniden Atatürk, Cumhuriyet, milli egemenlik, hukuk devleti ve demokrasi rayına oturtabilmek adına; içi boşaltılmış, yapay ve gereksiz ayrımları bir yana bırakarak, anti emperyalist bir ruh ile “Yeniden Kuvvayı Milliye“, “Yeniden Milli Egemenlik” şiarı ve düşüncesiyle tüm Cumhuriyetçi, milli kuvvetlerin bir araya gelmesidir. Başka bir ifadeyle bu hareket zihinsel bir devrimi, fikri ve milli bir uyanışı, şahlanışı ifade edecek şekilde, kişiye veya kişilere bağlı bir hareket değil, tüm toplumu kucaklayacak derinlikli, tutarlı, enerjik, umut veren, şevk ve heyecan yaratacak bütüncül bir fikir ve kadro hareketi olmalıdır, olacaktır. Elbette ki Türkiye’nin parçalanmasını ve Sevr’in yeniden dayatılmasını öngören Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) tescilli uygulayıcıları ve destekçilerinin, küresel güçlerin devşirdiği gayrı milli unsurların bu yapı içerisinde yeri yoktur. Böylelerini zorlama “analiz” ve yorumlarla “milli” göstermeye çalışmanın yahut “vaftiz” etmenin de anlamı ve lüzumu yoktur!

16) Bu süreçte birlikte Türk Milletini oluşturan çeşitli toplum kesimleri, farklılıklarını bir yana bırakıp yapay bariyerleri yıkarak ülke için bir araya gelmiş, siyasi partilerin de önüne geçmiştir. En büyük kazanç ve aydınlık geleceği kuracak güç de budur. Bir dip dalgasını ifade eden bu güç ve ruh;  işgal ettikleri makamların veya konumlarının gereği olarak kendilerinden beklenen görevleri, siyasi hırsları, ikbal beklentileri, yetersizlikleri veya küresel düzeyde “programlanmış” olmalarına bağlı olarak yapmayanları ya da yapamayanları da aşarak gereğini yapacaktır. Türkiye’nin artık “vazgeçilmez” gösterilmeye çalışılan bir takım kişilerin kendi makam ve mevkilerini korumak adına çeşitli siyasi gevezelik ve manevralara, toplumun “gazını almaya” yönelik oyalama ve oyunlara tahammülü yoktur. Aynı şekilde kimsenin bu sonuçtan hareketle; bir süre daha ülkeyi oyalama, kararlı ve sağlam bir muhalefet oluşumuna engel olacak şekilde kendisine bir “başarı” öyküsü çıkarma gibi bir hakkı da bulunmamaktadır. Artık toplum her şeyi görmektedir ve kişilerin de ötesinde bazı şeylerin kökten değişmesi gerekmektedir. Bundan sonra 2019 dahil yol haritasını yapacak olan, bu süreçte bir araya gelen toplum kesimleri ve ortaya çıkardığı güçtür.

17 ) Umutsuzluğa, yılgınlığa, karamsarlığa yer olmadığı gibi, kimsenin buna hakkı da bulunmamaktadır Türk Milleti, kendisine dayatılan bu emperyalist oyunu da bozacaktır. Muhtaç olduğu kudret de millet olma bilincinde, köklü geçmişinde ve zengin tarihinde mevcuttur.

Ümit Kocasakal

(Odatv’den alınmıştır.)

yorum

Yorumlar kapalı.