Geçen haftaki yazıda Rıza Sarraf dosyasında, Amerika hukuk sistemi hakkında özet açıklamalar getirilmişti. Bu yazının amacı bu analizi tamamlamak.
Şurada bir şey kalmadı, davanın ilk celsesi normal şartlarda 27 Kasım. Ama ek iddianame nedeniyle bu tarih şimdilik kesin değil, birkaç ay sonraya da ertelenebilir.
Dava başlarsa en fazla 4-5 hafta içinde sonuçlanır, sonra temyiz süreci olsa da ilk mahkemede verilen kararlar, suçlamaların ağırlığı göz önüne alındığında, uygulanmaya başlar.
Burada gözden kaçırılmaması gereken husus, Türkiye’deki sistemden değişik olarak, jürili bir dava olması. Savcılık iddianamesinde her suç için ayrı bir başlık oluşturuyor; ön iddianamede, Amerika kanunlarına aykırı ve Amerika’da suç teşkil eden, yani Amerika kamu düzenine zarar vermiş olduğu belirtilen 28 ayrı suç unsuru bulunmaktaydı. Jüriye sorulan soru sanığa ne kadar ceza verileceği değil, her başlık için sanığın suçlu bulunup bulunmadığı. Suçlu bulunan kalemlerde cezayı hakim belirliyor. Aslında her suç için bir alt, bir de üst limit var; yani hakimin taktiri ancak bu limitler çerçevesinde. Eğer Sarraf tüm başlıklarda suçlu bulunursa 80 yılı aşan hapis cezası ve milyarlarca dolar para cezasına mahkum olacak.
Bu davanın hiç başlamama olasılığı da var. Davada savunma yapmak yerine Sarraf savcılıkla bir anlaşma yaparak suçlu olduğunu kabul edebilir ve örneğin 80 yıl yerine 10 yıl gibi bir hapis cezasına razı olabilir.
Böyle bir anlaşmanın yapılabilmesi için Sarraf’ın herşeyi itiraf etmesi yeterli değil, suç ortaklarını da mahkeme önüne çıkartacak ek delilleri savcılığa sağlaması, teslim etmesi lazım.
Savcılığın anlaşma teklifini kabul etme mecburiyeti yok. Eğer savci Sarraf’ın elindeki belge ve bilgilerin çoğuna zaten sahipse anlaşmaya gitmeyebilir. Bu dosyada Amerika’nın elindeki bilgilerin çok detaylı olduğu varsayılıyor, dolayısı ile bir anlaşma olmaması ille de “Sarraf anlaşmak istemedi, herşeyi itiraf etmedi” anlamında olmayacak.
Anlaşma olması halinde dava düşüyor. Sarraf yaptığı anlaşmanın öngördüğü cezasını çekmeye başlıyor ama buna karşılık şu anda tutuklu olan Halk Bankası genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, tutuklanması istenen eski bakan Zafer Çağlayan veya Halk Bankası hakkında bir mahkumiyet kararı çıkmıyor.
Savcılık bu gerçek ve tüzel kişiler hakkında yeni bir iddianame hazırlıyor, bu ise aylar alabilecek yeni bir süreç. Bu kişiler şimdilik biraz rahat nefes alıyorlar ama Sarraf’la anlaşma olursa, savcılığın elindeki delillere ayrıca Sarraf’ın itiraf ve verebileceği ek bilgi ve belgeler de ekleneceği için savcılık iddianamesi biraz daha güçlü hale gelmiş, bu kişilerin mahkumiyet riskleri biraz daha artmış oluyor. Hatta bugün iddianamede bulunmayan başka isimlerin de davaya eklenmesi en büyük olasılık.
Anlaşma olması halinde Türkiye için değişen birkaç unsur var. İlki, dava düştüğü için deliller derhal açıklanmamış, yani kamu oyuna açılmamış olacak. Buna karşılık, diğer kişilere karşı açılacak davalarda bu deliller “ayrıca Rıza Sarraf tarafından doğrulanmış” belgeler olarak daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacak.
17-25 Aralık tape ve ses kayıtları veya Sarraf’ın rüşvet çizelgesi bu davada dolaylı delil idi. Bir kişinin Türkiye’de başka bir kişiye rüşvet vermiş olması Amerika ceza kanunları çerçevesine girmiyor. Bu belgeler Sarraf kefaletle tahliye talebinde bulunduğunda, savcılığın “sanık eğer Türkiye’ye kaçarsa geri dönmez, orada koruma altına alınır, işte belgeleri, birçok bakana rüşvet vermişti” iddiasına dayanak olarak mahkemeye sunulmuştu. Sarraf’ın bu delilleri inkar etmemiş olması aslında dolaylı doğrulama ama buna rağmen Amerika mahkemelerinin bu nedenle herhangi birini mahkum etme olanağı yok.
Bir tek istisna: eğer Sarraf anlaşır veya normal dava esnasında bu rüşvetleri İran ambargosunu delmek amacı ile verdiğini itiraf ederse o zaman durum değişiyor. Böyle bir konumda savcılığın tüm rüşvet alan kişi ve kurumlar hakkında dava açması gerekiyor. Bazı kişilere karşı dava açıp diğerlerine karşı açmaması çok, ama çok zor.
Hassas nokta: bu rüşvet çizelgesinin içinde “yukarıya cash (nakit)” ve Emine ve Bilal Erdoğan’ın vakıflarına yapılmış milyonlarca dolar “bağış” var. Sarraf’ın bu bağışları da İran ambargosunun delinmesi için verildiğini bildirmesi halinde, Emine ve Bilal Erdoğan’ın dokunulmazlıkları yok, kendilerine dava açılması büyük olasılık. Hatta Amerika’ya gitmeleri halinde tutuklanma kararları ile birlikte.
Sarraf bunu itiraf etmese bile şu anda mahkemeye sunulacak delillerin içinde Sarraf’ın Bilal Erdoğan ile yaptığı konuşma ve görüşmelerden bazılarının tutanakları (tapeleri) bulunmakta. Yani her konumda Bilal Erdoğan da davaya her an eklenebilecekler listesinde.
Türkiye’deki inançlardan birisi bir şekilde bu davanın sonuçlandırılmamasın, örneğin yukarıdan gelecek bir emirle üstünün örtülmesinin mümkün olduğu. Bu Amerika’da hukuk sisteminin nasıl yürüdüğünü bilmemek anlamında. Hükümetin, bir bakanın veya başkanın direkt veya dolaylı müdahalesi olmayacak şey, buna yeltenen kendi geleceğini riske atar.
Ok yaydan çıktı bir kez, bundan sonra bu dava sonuçlandırılacak.
Gelecek haftaki yazıda Türkiye için kaçınılmaz sonuçları özetleyeceğiz.
İbrahim Çakıroğlu
Tekzip
26 Ekim 2017 tarihinde yayımlanan “Sahte Kahramanlar” başlıklı yazımda verilmiş listede, gerçekten askerlikten kaçanlarla kanuni hakları olan “bedelli askerlikten” yararlanmış kişiler yan yana yazılmış.
Bu kişilerin askerlikten kaçmış olarak anlaşılabilecek şekilde listeye dahil edilmeleri, bu uzun listenin teker teker kontrol edilmeden yayıma konulması kolaycılık ve aslında yapılmaması gereken bir hata.
Eski Erzincan milletvekili Talip Kaban’ın oğlu Dr. Mehmet Göktürk Kaban bir mesaj atarak kendi konumunu açıkladı. Aynı konumda olan birçok kişinin daha bulunduğu kesin.
Kendilerinden özür dilemek yapabileceğim en küçük şey.
Dolayısı ile söz konusu yazıyı sitemizden kaldırıyoruz.
Dikkatimi çektiği için Dr. Mehmet Göktürk Kaban’a da ayrıca teşekkür ederim.
İbrahim Çakıroğlu