Bugün gördüğümüz ne? Benzin ve mazota her hafta yapılan zamlar, el yakan gıda fiyatları, yükselişi dizginlenemeyen dolar kuru…
2 Ocak 2018’de yılı 3,76’lık dolarla açmışız; şu anda da 4,60 diyelim. Yani yıl başından beri kabaca % 22,3 civarında adı konulmamış bir devalüasyon yaşamışız. Seçimlere kadar bu oran daha da artacak ama bu bile korkunç bir rakam.
Küresel konjonktür açıklaması kuyruklu yalan. Avrupa Birliği ülkelerini bir tarafa bırakalım, diğer gelişmekte olan ülkelerde bile buna yaklaşan bir oran yok. TL, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler içinde dolara karşı en fazla değer kaybeden para. Bu kez gerçekten dünya birincisiyiz!
Nedeni belli: Türkiye şimdiye kadar yalnızca cari açığını değil, büyümesini de sıcak para ile finanse eden bir ülke. Sıcak para denilen şey ise kısa vadede gelir elde etmek için giren yabancı portföy veya döviz yatırımcıların parası. Kazanç ümidi kalmayınca başka ülkelere yönelmesi kadar doğal bir şey yok.
Bu tip yabancılara güven verilmediği sürece de TL’nin değer kaybı devam edecek. Petrolü zaten ithal ediyorduk, şimdi bir de gıdamızı bile ithal eder hale düştük; dövizle ithal edilen her malın fiyatının pompada, çarşıda, pazarda artması da kaçınılmaz.
Peki, bu güveni en iyi kim verebilir? Erdoğan İngiltere’ye gittiğinde iki görüş belirtti: ilk önce “faiz neden, enflasyon sonuçtur” gibi tüm ekonomi kurallarına aykırı bir beyanda bulundu. Bu bile yeterdi ama bir de üstüne “ben cumhurbaşkanı olunca Merkez Bankası bu kadar bağımsız hareket edemeyecek” diye ekledi.
Hemen sonra Merkez Bankası rakamları açıkladı. Ocak 2018 ile Nisan 2018 arasında tedavüldeki para miktarı 124 milyardan 134 milyara TL’ye çıkmış. Yani karşılıksız para basılmış!
Yabancı sermaye nezdinde Erdoğan kendi biletini kendi kesmiş durumda. Adamın Türkiye’ye yatırım yapacağı varsa yapmaz. Döviz ile yatırım yapacak, TL ile para kazanacak, TL devamlı eridiği için de eline geçen kâr döviz olarak başka ülkelerde elde edebileceği randımanın altında kalacak!
Sıcak para kısa vadede Türk ekonomisinin olmazsa olmazlarından hale geldiği için yabancı yatırımcının güveni çok önemli bir faktör. Erdoğan cumhurbaşkanı olursa bu, kriz daha da derinleşecek anlamında. Erdoğan yerine kim gelirse gelsin, ilk gün dalgalanmalarından sonra TL’nin değer hiç değilse stabilize olur, hatta biraz geriye bile gidebilir, ekonomi biraz nefes alacak hale gelir.
Döviz kuru, buzdağının görünen kısmı. Daha büyüğü, daha önemlisi su altında. Her an patlamaya hazır bekleyen saatli bomba.
Son 5 yılda yapılan veya yapılmaya başlanılan köprü, tünel, yeni havaalanı gibi projelere bakın. Hepsi yap-işlet-devret metodu. Hiçbirinin maliyeti o yılki bütçede görünmüyor çünkü işletme açılana kadar Hazine’den yapılan bir ödeme yok. Ama bu yandaş holdinglere gerçeklerle ilişkisi olmayan ve dolar üzerinden bir minimum geçiş, yani minimum bir kâr garantisi verilmiş. Örneğin Osmangazi köprüsünün maliyeti 2,4 milyar TL. Osmangazi, Avrasya ve üçüncü köprü için gelecek iki yıl içinde bu holdinglere ödenecek “tazminat“ 2,4 milyar TL’den fazla!
Yeni İstanbul havaalanı için minimum yolcu sayısı güvencesi yetmemiş, bu yandaş holding taahhüt ettiği krediyi bulamayınca bir de kredi için devlet güvencesi verilmiş! Bu kredi geri ödenemeyecek ve yükü Hazine’ye kalacak.
Erdoğan’ın iktidarı bu sistemin devamı demek. Başka bir deyimle şimdiye kadar kontrol altına alınabilmiş bütçe açığının patlaması kaçınılmaz. Bu karşılıksız para ile finanse edilirse de enflasyonu tutabilene helal olsun.
Muharrem İnce, AK Parti’nin değiştirip neredeyse yürürlükten kaldırdığı devlet ihaleleri kanununu tekrar düzenleyeceğini belirtti. Bu bile göreceli bir güvence, çünkü yandaş holdinglerin yaptığı yol veya altyapı çalışmaları için kendilerine ödenen ücret, normal fiyatların çok üzerinde.
Ayrıca şimdiye kadar yapılan anlaşmaların da gözden geçirilmesi söz konusu. Örneğin yeni İstanbul havaalanında ihale şartname ve sözleşmesinde, havaalanının deniz seviyesinden 105 metre yukarıda olması gerekiyordu, bu sonradan 75 metreye indirildi. Yandaş holdingin yalnızca hafriyat masraflarından tasarrufu 1 milyar dolar üzerinde!
Erdoğan’ın ekonomisi kaynak israfı ekonomisi. Sarayın ışıkları, koruma ordusu filan işin çerezi. FETÖ yurtlarına el konulup bunları ailesine ait vakıflara vermek, masraflarının bir kısmını devlete karşılatıp gelirlerini bu vakıflara bırakmak, belediyelerde alınan rüşvetler ve bunların kaçınılmaz olarak fiyatlara yansıması hepimizin cebinden çıkan para.
Tarıma bakalım. Buğday veya pamuğu bıraktım, nohut, fasulye, yeşil biber, pirinç veya et gibi gıda ürünlerini ithal eder hale gelmişiz. Nedeni üreticinin cahilliği, programsızlığı veya iklim şartları değil, bilinçli olarak tarımı törpüleme. Bu basit bir şey değil, et ithal edildiğinde hayvancılık olduğundan kötü olacak, bir sonraki yıl ayakkabı için deri bile ithal etmek zorunda kalacaksınız.
Örtülü ödenek gibi şeyleri sayıp örnekleri çoğaltmak mümkün, ama gereksiz. Erdoğan ekonomisi duvara vurdu, bundan sonra bu tip ekonominin devamı mümkün değil. Ekonominin toslamasının en büyük nedeni ise Erdoğan’ın kendisi, çevresini yeteneksiz, diplomasız danışmanlarla doldurması.
Önümüzdeki seçimler yalnızca politik bir seçim değil, ayni zamanda günlük yaşam seçimi. Evde yakılacak ateşin, kaynatılacak aşın seçimi.
Yani zaman hepimizin aklımızı başımıza toplama seçimi.
İbrahim Çakıroğlu