Ana muhalefet lideri Cumhurbaşkanı’na şöyle seslendi:
“Namusun ve şerefin üzerine tarafsız olmak için yemin ettin sen. Şimdi soruyorum, Hangi namus hangi şereften söz ediyorsun sen?”
Kılıçdaroğlu, RTE’yi şerefsiz ve namussuz olmakla suçladı.
İlk defa bir cumhurbaşkanına bu kadar ağır söz söylendi. Neden?
Cumhurbaşkanı sürekli siyaset yapıyor, bir parti lideri gibi diğer parti liderlerine sürekli çatıyor da ondan.
Hâlbuki yemin ederken ne demişti?
“…üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.” (Anayasa-103)
Kemal Kılıçdaroğlu çok sakin, çok dikkatli, bazen beni kızdıracak kadar nazik bir insan.
Yukarıda alıntı yaptığım sözleri de çok sakin söyledi.
“Namus ve şeref” sözleri ağzından kaçmadı.
Kamu vicdanında da laf gediğine oturdu, zira Kılıçdaroğlu haklıydı.
T.C.’nin 12. Cumhurbaşkanı yemin falan tanımıyor, kendisini her şeyin üzerinde görüyor.
Pervasızlığına başka bir örnek vereyim.
Artık, bir adet “cumhurbaşkanlığı otobüsü” var.
T.C. tarihinde ilk kez bir cumhurbaşkanının “cumhurbaşkanlığı otobüsü” görünümlü “seçim otobüsü” oldu. Diğerleri de fırsat buldukça siyasete burun sokmaya kalkarlardı ama bu kadarını hiçbiri akıl edemedi.
Bugün ben bu garabetin psikolojik yönüne bakmaya çalışacağım.
***
Ülkede çok var ama ben egosunun patlamasına az bir süre kalan üç adamın ortak yönlerini irdeleyeceğim:
1) Ali Ağaoğlu.
2) Fatih Terim.
3) Recep Tayyip Erdoğan.
***
Ortak yönler neler?
1) (Bir zamanlar) Alanlarında çok başarılı oldular.
2) Liderlik vasıfları büyük.
3) Zekâ seviyeleri çok yüksek.
4) Ancak aldıkları okul ve hayat eğitiminin nicelik ve niteliği çok düşük.
5) Zamanında kendilerini çok ezik hissetmişler.
İlk beş faktörün birleşimi olarak:
6) Bir türlü doymayan/doyurulamayan egoları var.
***
“Doymayan/doyurulamayan ego” onların düşünce sistematiklerini/davranışlarını şu şekilde belirliyor.
1) Kendilerine göre hata/yanlış yapmalarına imkân yok.
2) Her şeyin en doğrusunu onlar biliyorlar.
3) En ufak eleştiriye karşı tahammülsüzler.
4) Çevrelerinde kendilerini dostça uyaracak kişileri katiyen barındırmıyorlar.
5) İşlerine gelmediğinde gerçekleri eğip bükmekten, hatta yalan söylemekten katiyen hicap duymuyorlar.
6) Kendilerine karşı çıkılması durumunda kolayca hiddet/şiddet krizine tutuluyorlar. Karşı çıkanlara çamur atıyorlar. Saygısız davranmak, hatta gaddarlaşmak benliklerinin bir parçası haline gelmiş.
7) Ancak, otoriterlik güdüleri giderek güçlenirken, zamanında ruhlarına sinmiş ezikliğin getirdiği korku da her geçen gün büyüyor. (Örneğin RTE ABD’den çok korkuyor. Onların her an ayağını kaydıracakları korkusu ile yaşıyor.)
***
Ben bu tür kişilerin yanlarında çalışmanın dünyanın en zor işi olduğuna inanıyorum.
Düşünebiliyor musunuz?
Emirlerindeki ikinci adamların tek görevi mütemadiyen onları doğrulamak, sürekli onlardan direktif almak, durmadan-dinlenmeden patronlarının egolarını şişirmek!
Bu açıdan bakınca Ahmet Davutoğlu’nun iç dünyasını çok merak ediyorum.
Ahmet Bey hemen RTE’nin dibinde. Hak etmediği, kendisine lütuf edilen bir görevi yapıyor.
Görevini yaparken sürekli dikkat etmesi gereken tek bir nokta var:
Katiyen RTE’nin direktifleri dışına çıkmamak!
Yapacağı en büyük hata kendi beyni ile düşünmek, kişilik sergilemeye kalkmak!
Eski bir tanıdığı olarak Ahmet Bey’i uyarıyorum.
Başbakan olalı daha dün bir, bugün iki!
Bu kadar kısa sürede suratındaki (kibirli) gülümseme yok oldu, enine genişlemeye başlayan yanakları sanki bir sinir çöküntüsü fırtınası ile devamlı şişiyor.
Bir zamanlar 5 dakikalık konuları 35 dakikada sabırla ve gülümseyerek, karşındakine hissettirmeden onu küçük görerek anlatan bir bilim adamı idi.
Şimdi hiddet ve şiddet dolu. Üstelik hamaset nutukları atmaya kalktığında lafları karıştırıyor, lafları doğrultsa vurguları şaşırıyor.
Dahası, nutuk atarken ne diyeceğini kimsenin merak etmediğinin de farkında. Bu durum şiddet ve hiddetini kontrol dışı arttırıyor.
Ne kadar dayanacak, merak ediyorum.
Ahmet Bey! Lütfen, makam belasına sinirlerinizi çok fazla yıpratmayın!
Değmez! Asaf Halet Çelebi’nin “Cüneyd” şiirinden apararak uyarıyorum:
“Yıldırım Akbulut nerede/ Yıldırım Akbulut ne oldu.
İki sene başbakan oldu/ Kendi cübbesi altında 23 senedir yok oldu.”
Cüneyt Ülsever, 16 Ekim 2014