“Abdülhamid’in jurnalcilikten beslenen sıkıntılı yönetiminden bunalan, düşüncelerini özgürce yazmak isteyen Yahyâ Kemal, Jön Türkler’ den de etkilenerek 1903 yılında Paris’e gitmişti. Kaldığı oteldeki oda komşusu Polonyalı devrimci bir öğrenci, bir gün ona şöyle dedi:
-Siz buralarda ne arıyorsunuz? Sizin ve bütün Jön Türkler’ in yurtları için diledikleri ister istemez beni gülümsetiyor. Sizin yurdunuz yok mu? Yenipazar’ dan ta Yemen’ e kadar ovalarınız var, kentleriniz geçen asker, biliyorsunuz ki sizin dininizdendir, sizin kanınızdandır, sizin dilinizle konuşur, sizin gibi düşünür, sizin gibi sever, dostlarınıza dost, düşmanlarınıza düşmandır. Ah, bu mutluluğun değerini bilmiyorsunuz. Benim gibi mahkûm bir ulusun çocuğu böyle bir manzarayı düşünde görmek için can verir. En son Polonya devriminde, Varşova’ nın bir sokağında Polonya bayrağını yirmi dört saat dalgalandırmak için Polonya gençlerinin en yiğitleri can verdiler. O güzel yirmi dört saat, her gün yinelense her gün can veririz. Siz Türkler bağımsızlığınızın değerini bilmiyorsunuz. Onu ancak, yitirdiğiniz zaman öğreneceksiniz.
Bu sözleri Yahyâ Kemal hiç unutmadı ve on yedi yıl sonra, Kurtuluş Savaşı sırasında, şunları söyledi:
-Benim gibi bütün Türkler o acıyı, o Polonyalı devrimcinin tahmin ettiği zamanda öğrendiler.” (*)
Aradan tekrar bir asra yakın zaman geçti. Biz Türkler; Sevr’in kahredici işgallerini, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan sıkıntıları, fedakârlıkları, düşmanın çekilirken yaptığı zulüm, yangın ve yıkımları unutuverdik. Atatürk’ ümüzün öğütlerini, uyarılarını, ilkelerini hedeflerini bir kenara bıraktık.
“Başkalarının nasihatleri ile”, eğitmeden yönetmeye, icazetle seçilmeye, yalanla, hamasetle kitleleri sürüklemeye “demokrasi” diyerek, CIA güdümünde darbelerden medet umarak yıllarımızı heba ettik.
15 Temmuz kanlı darbesiyle de, dincilik ve bölücülüğü “insan hakkı” kamuflajı ile bize dayatan dost ve müttefikimizin(!) son kazığını yiyerek iç savaş uçurumunun kenarından döndük.
Şimdi, DEVLETİ SARAN KANSERİN temizlenerek birlik ve bekamızın yeniden tesisi zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Bizce yapılabilecek olanlardan bazıları şunlardır:
- AKP, Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı önyargılı yaklaşımını terk etmeli, bu mağduriyeti bir fırsata dönüştürüp, “dava” hedeflerine ulaşmak için kullanarak, sağlanan ulusal mütabakatı bozmamalıdır.
- Bu cunta kalkışmasının, her şeyden önce TSK’ nın Komuta kademesinin ve büyük çoğunluğunun katılmaması sayesinde önlendiği unutulmamalı, askeri birliklerin önündeki çöp kamyonları çirkinliğine son verilerek askerin onuru, itibarı ve morali daha fazla yıpratılmamalıdır.
- Bu terör örgütü marifetiyle yakın geçmişte mağdur edilenlerin hakları iade edilmeli, özellikle savunma, güvenlik, yargı ve eğitim yönünden devletin kayıpları kısmen de olsa telafi edilmelidir.
- AKP, askeri kendisine dönüştürmeye kalkmamalı, kendine gelmesine yardımcı olmalıdır.
- Çağdışı düşünce, eğitim, örgütlenme ve kadrolaşmanın FETÖ kadar tehlikeli olduğu ve devletin geleceğini ve bekasını sağlayamayacağı artık anlaşılmalıdır.
- Bu topraklarda; Atatürk’ün rehberliğinde, çağdaş, eğitimli bir toplum, Üniter-Laik-Demokratik-Ulus Devlet ve düşmanları caydıran güçlü ordu ile tutunulabileceği daima göz önünde bulundurulmalıdır.
Üzerimizdeki şeytani planları dünya durdukça bitmeyecek olan “Üst aklı”, “Alt akılsızlıklarla” yenemeyeceğimiz gerçeğinden hareketle, ortak paydalarda buluşamadığımız takdirde, kazanan Emperyalizm, kaybeden ise hepimiz olacağız. Bunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım!
Reşit Çağın, 26 Temmuz 2016
(*) Mektepten Memlekete Yahya Kemal’in Yaşam Öyküsü-Konur Ertop