23 Haziran coşkuluyduk, ümitliydik, gönlümüzde bir heyecan vardı. 24 Haziran bizden istenileni fazlasıyla yaptık; oyumuzu verdik, sandıklara sahip çıktık. 25 Haziran kırgın, kızgın, öfkeli, hayata, Türkiye’ye, komşuya, hatta dostlarımıza küs uyandık.
Çünkü bize verilen sözlerle çıtayı bulutlara dayamış, “bu kez oluyor galiba”ya inandırılmıştık. Bu nedenle de hayal kırıklığımız o kadar büyük oldu; yanımızdakine kızar, dün alkışladığımızı bugün yerer olduk.
Suç, kabahat veya sorumluluk sizlerde değil; cezasını bizler çekiyor, acısını taa kalbimizin derinliklerinde hissediyoruz ama hepimiz aldatıldık. Erdoğan tarafından değil. Erdoğan kendisinden beklenileni yaptı; tüm medyayı kontrol altına aldı, devletin tüm imkanlarını kendi lehine kullandı, baskı yaptı, korku saldı, seçim hilelerine çanak tuttu, demokrasinin temel ilkelerini bile görmezden geldi. Tersini yapsaydı şaşırırdım…
Geçen yıl Erdoğan muhtarları toplayınca erken seçim sinyalini vermişti. Ana muhalefet partisi, yani CHP buna ragmen hiçbir hazırlık yapmadı. Adayını bile seçim tarihinden ancak 50 gün önce açıklayabildi, sonrasında da gerçek olarak destek olduklarını bile söyleyemem.
CHP seçim hilelerinin tutanaklardan önce yapıldığını bilmesine rağmen bizi yanlış yönlendirdi. Yapılan hileler nelerdi? Olmayan seçmenlerin seçmen kütüklerine yazılması, olanların bazılarının kayıtlarının başka adreslere kaydı, ölülere bile oy verdirilme imkanlarının yaratılması, vs.
CHP bize ne dedi? Seçmen kütüklerinizi kontrol edin! Peki sonra ne yapsaydık? Bu sıfatı hakkeden bir ana muhalefet partisi bir ekip kurar, bir seçim bölgesinde örneğin bir milyon seçmen varsa bunun kare kökü olan bin kişiye ulaşır, “gelin, sizin kütüğünüzü beraber kontrol edelim” der. Bu kişiler kendi apartmanlarını, mahallelerini benden iyi biliyor, geçenlerde vefat eden Hatice Teyze’yi benden iyi tanıyor. Bu çalışma sonucunda eğer önemli oranda hatalı kayıt varsa da bunları belgeler, seçimlerden önce YSK’nın kapısına dayanır.
Diğer hile… Sandık başkanı sandık kapanma saati yaklaşınca gelmemiş kişiler adına mühürü basıp oy veriyor. Sonra da al sana % 90 katılımlı çok adil bir seçim! Seçim gününden önce “Urfa için 500 gözlemci lazım” diye ortaya çıkan ana muhalefet partisi bunun da önüne geçemez.
Güya bir veri kayıt sistemi vardı; tutanaklar buraya iletilince hemen kaydedilecek, seçmen bilgilendirilecekti. Önceden kendilerinin o kadar dikkatleri çekilmiş olmasına rağmen ne doğru dürüst bir program hazırlanmıştı, ne de doğru kişilerden oluşmuş bir ekip oradaydı. Daha da kötüsü, CHP’nin eline geçmiş, sisteme girilmiş verilere göre seçimin kaybedilmiş olduğu ortaya çıktığında bile Tezcan hâlâ ekranlarda “daha torbalar ilçe seçim kurullarına teslim bile edilmedi” diye beyanlar veriyor, sosyal medyada bunu doğrulayan resim ve videolar cirit atıyordu?
Kafamız o kadar dağınıktı ki farkına bile varamadık. Bu torbaları evime götürüp iki gün sonra bile teslim etsem değişecek bir şey yoktu aslında. Bu torbalar ilçe seçim kurullarında açılıp sayılmıyor ki! Bunlar itiraz olursa diye bir tarafa konulan torbalar.
Oylar sandıklarda sayılıyor, tutanaklar düzenleniyor, her gözlemci bir örneğini alıyor; başkan ilçe seçim kuruluna, diğer gözlemciler de kendi veri tabanına iletiyor. Eger bunu Tezcan bilmiyorsa o görevde işi ne? Biliyorsa bizi bile bile niye kandırıyor?
Peki, böyleyken CHP niçin kendi seçmeninde sanki kazanılmış bir seçimin elinden alındığı intibaını yaratmaya çalıştı?
Beceriksizliğini, tembelliğini, hantallığını saklayabilmek için. Kaybettik dese çoğumuz CHP’nin etkisizliğini, politikasını, stratejisini sorgulayacağız. Halbuki “elimizden aldılar” denilirse belki onların da ellerinden geldiğini yaptıklarını düşüneceğiz.
Şimdiden söyleyeyim: CHP yerel seçimleri de kaybedecek. CHP belirli belediyeleri alınca rantına, rahatına kavuşuyor, bununla yetiniyor. Ama kızdırdığı, küstürdüğü, bıktırdığı seçmeni ile bu seçimleri de kaybedip birkaç kalesini kurtarınca bunu da başarıymış gibi önümüze sürecek.
Sorun Kılıçdaroğlu değil. Kılıçdaroğlu dürüst ama yeteneksiz bir lider. Parti içinde eli kolu bağlı, çaresiz bir lider. Esas sorun bugünkü yapıda. Bugün, bugünkü delege yapısı ve kilit yerlere yerleşmiş kadro ile kurultaya gidilse yine Kılıçdaroğlu kazanır. İnce de bunu biliyor ve boşu boşuna “benim ağzımdan kurultay lafını duydunuz mu” veya “ben imza toplamaya çıkmam” demiyor.
Ümitsiz bir vaka haline mi geldik? Hiç de değil. Erdoğan seçildi ama ne yaparsa yapsın, daha on yıl orada kalamayacak. Daha çabuk gider mi? Evet. Ama bizler üstümüze düşeni yaparsak.
Üstümüze düşen de o kadar ağır bir görev değil, şimdiye kadar yaptıklarımızın yanında hafif bile kalır. Bunları da yazının okunurlukta kalması için gelecek haftaya bırakıyorum.
İbrahim Çakıroğlu