Suriye’de oynanan oyunda, Türkiye kendini satrançdaki vezir zannetse de aslında yalnızca bir piyon… Birilerinin ileri sürdüğü, pozisyon için feda ettiği, oyunun genelini çok fazla etkilemeyen bir taş.
Bu dün de öyleydi, bugün de aynı şey. Davutoğlu ve ekibi Suriye’deki gelişmeleri okumaktan acizdi, Türkiye’yi bir belanın içine sürüklediler; Erdoğan hâlâ buradaki oyunu okumaktan aciz, yalnızca yarına odaklanmış olduğu için hata üstüne hata yapmaya devam ediyor.
Suriye’deki duruma bakalım. Rusya’nın Suriye’yi, Suriye’deki askeri üslerini, dolayısi ile de Esad’ı bırakması söz konusu değil. Suriye Rusya’nın arka bahçesiydi, öyle de kalmaya devam edecek.
Suriye’de ne Amerika’nın, ne de Rusya’nın sahaya asker sürme olanağı yok. Böyle olunca da bu savaşı ne Amerika, ne de Rusya’nın kazanması mümkün değil. Ama her iki devin elinde bu savaşı kaybetmeme imkanları var. Taa ki eldeki piyonlar bitene, iki şah karşı karşıya kalana kadar.
Suriye’de savaşanlar DAEŞ, ÖSO, YPG ve Esad’in ordusu idi, şimdi bir de bizim ordunun müdahalesi var. DAEŞ’i tamamen temizlemek şu anda ne Rusya’nın, ne de Amerika’nın işine geliyor. Rusya istemiyor çünkü DAEŞ, Esad’a karşı olan ÖSO ve YPG’yi de hedef almış durumda. İti ite kırdırma politikası. Amerika da çok gönüllü değil, çünkü DAEŞ ortadan kalkarsa buraları sürekli olarak kontrol altında tutabilecek ve kendine yakın hiçbir grup yok. ÖSO’nun ne olduğu belli değil, YPG Kürtlerinin hem sayıları yetersiz, hem de Arap yoğun yerlerde alerji yaratıyorlar. DAEŞ giderse şu anda elinde tuttuğu bölgelerin Esad’a yakın güçlerin eline geçmesi en büyük olasılık. Öyle olunca da Kuzey’de DAEŞ’e karşı savaş, diğer yerlerde ise statüko politikası uygulanıyor.
DAEŞ’in Rakka ve Halep gibi önemli yerlerden Suriye ortasına gönderilmesi mi gerek? YPG’nin bunu yapacak gücü yok, Amerika için eldeki en uygun unsur Türk Ordusu. Türkiye içinde “Cerablus, Fırat’ın batısına geçmek yok, Türkmenler” gibi açıklamalar getirilip Amerika bizim orduyu piyon gibi oralara salıveriyor. İlk etapda basit işlemler, vur-temizle-geri dön. Yarın ise karanlık: Rusya Halep’i bombalıyor, Amerika buranın kontrolünün tamamen Esad’in eline geçmesini kabul etmezse bizim ordunun biraz daha ileri sürülmesi söz konusu olacak. Dedik ya, birileri satranç oynuyor, Erdoğan burada sadece piyon.
Karşılığında Türkiye bir şey elde edebilecek mi? Hayal görmeye gerek yok. Davutoğlu’nun politikası sonucu 3 milyon mülteci idi, Erdoğan’ın politikası ise ekonomik kriz ve şehit tabutları olacak. Nedeni basit: Türkiye’nin kimin müttefiki olduğu, ne yapmak istediği belli değil. İncirlik NATO ülkelerine açık ama Rusya ile flörte hız verildi. NATO’dayız ama şimdi hava savunma sistemleri için Rusya ile dirsek teması başladı. Türkiye’ye ne Rusya, ne de Amerika güveniyor. Suriye’de ise “tarafsız” oynama imkanı yok, burası Rusya ve Amerika’nın satranç tahtası, İran gözetimci, diğerleri piyon.
Oyun, Irak Amerika, Suriye de Rusya kontrolüne bırakılana kadar devam edecek. Bu ise daha yıllar boyu sürecek bir süreç. Peki, bizim beklentimiz ne? Bir bilen var mı? Kürtlerin sınırımıza yerleşmesini engellemek mi? YPG Irak sınırı ile Fırat nehri arasında kalan bölgeye yerleşti bile. Yarı canımız Türkmenler mi? Hepsi köylerinden oldu, biz yalnızca yağmadan gürledik. YPG’nin Akdeniz’e açılmasının önüne geçmek mi? Böyle bir şey zaten mümkün değil, bu yalnızca iç politikada göz boyamak için getirilmiş bir açıklama. Suriye’de yaptıklarımızın karşılığında Irak’ta rahat etmek mi? Tam tersi, biz Suriye’ye bakarken Irak’ta bizim ordunun başına yeni bir çuval riski gittikçe artıyor.
Türkiye’nin bu belirsizliği, güvenilmez olması, dümenini ne tarafa çevireceğinin öngörülememesi nedenleri ile önümüzdeki dönemde, yeni başkan kim olursa olsun, Amerika Irak ve Suriye’de kürtleri silahlandıracak. Rusya ile Amerika “Musul senin, Halep benim”de anlaşamazsa Rusya da Esad’a desteğini, DAEŞ’le göstermelik savaşını sürdürecek. Ve de çok büyük bir olasılıkla biz Suriye’de pirince giderken Irak’da da bulgurdan olacağız.
Dış politika hatalari affetmeyen bir sanat. İleri görüş, omurgalı duruş ve güçlü ekonomi ve ordu isteyen bir saha. Fırıldak gibi rüzgara göre dönenler eninde sonunda faturayı ödeyenler. Bir hata ile başka bir hata düzeltilemiyor, ama unutmayalım, hatanın neresinden dönülürse kârdır. Tabii bunun için “herşeyin en iyisini ben bilirim”den vazgeçebilmek lazım. Türkiye ise o açıdan en bahtsız dönemlerinden birini yaşıyor. Bayrağımızı bize gönder yerine tabut üstlerinde gösterenler biraz akıllarını başlarına alabilse…
İbrahim Çakıroğlu