29 Haziran’da “sonbaharda ortalığın karışması lazım“ (Fareli Köyün Kavalcısı), 22 Temmuz’da da “bizim ordu Suriye’ye“ (Turnusol Kağıdı) diye yazmıştım. Bu kez de en son söylenecek şeyi şimdiden belirteyim :
Bizim ordu bilinçli olarak ve Amerika’nın talebiyle adım adım Suriye bataklığına çekiliyor.
Bugün bize söylenilen ne? Fırat’ın batısı kırmızı çizgi!
Cerablus ve Azez arasindaki YPG işgaline son!
Bu akıllarla alay etmekten başka bir şey değil.
Bizim Suriye ile sınırımız hemen hemen 900 km, boşaltılan bölge ise 90! Ne yani, Cizre – Akçakale güneyinde kalan 500 km’lik bölge YPG kontrolü altında, bunu kabullendik de 600 km’ye çıkmasını mı kendimize yediremedik?
YPG’nin Akdeniz’e ulaşan bir bant edinmesi?
Haydi, aklımız tutuldu da haritalar da mı değişti? Bu imkansız bir şey. YPG’nin Akdeniz’e çıkabilmesi için ya bizim Hatay’dan, ya da Latakiye veya daha güneyden geçmesi lazım.
Hatay? Yok artık! Latakiye? Burasi Rus üssü, rüyalarında bile olmaz.
Daha güneyi? Orası Esad’ın kontrolünde, üstelik hiç Kürt olmayan bir bölge…
YPG’nin elinde tuttuğu bölge Türkiye için bir tehdit unsuru mu? Burası derinliği olmayan, ince uzun bir kemer. Fırat’in kenarlarını bırakırsak suyu yok, tarım sahası yok, ana yollara direkt bağlantısı yok. Cerablus sonrasında Kürt köyü bile yok. Burada YPG taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışıyor. Böyle bir ortamdan özerk, bağımsız veya federatif bir Kürdistan çıkmaz, çıkamaz. Oraları kimse oldu-bittiye getirip YPG’ye filan bırakmaz.
Peki, o zaman bizim ordu niçin Suriye’ye girdi?
Amerika’nın sorunu IŞİD; bu unsuru temizlemesi, etkisiz hale getirmesi lazım.
Bu ise 20.000 feet’den atılan bombalarla, İHA’larla yapılan nokta vuruşlarla mümkün değil, mutlaka sahada savaşacak insan lazım.
Diğer yandan Amerika burada kendi askerlerini kesin olarak kullanmak da istemiyor, bu işi başkalarına yaptırmayı kafasına koymuş.
Amerika ilk başta bunu eğit-donatla muhalifleri ileri sürerek yapabileceğini zannetti, dikiş tutmadı, bunlara verilen silahların bir kısmı IŞİD’e bile geçti. Hemen sonra YPG’yi denediler, yine olmadı, çünkü YPG’nin ağır silahı olmamasını bir yana bırakalım, sayılari yetersiz. YPG bugün kontrolü altında tuttuğu yerlerde bile bunu ancak ithal malı, Iraklı peşmerge ve PKK takviyesi ile yapabiliyor. Ayrıca bunlara durmadan silah ve cephane desteği sorunu da var.
Askeri güç olarak IŞİD’e karşı etkin hareket edilmek isteniyorsa zırhlı araç, uzun menzilli toplar ve düzenli bir ordu en iyi çare, çünkü Suriye’nin kuzeyi Afganistan gibi dağlık bir yer değil, neredeyse düz toprak. Böyle olunca en iyi çözüm Türk ordusu.
Bizden istenilen ne? “Git-vur-geri dön“. Şimdilik!
Suriye kuzeyinde IŞİD’den alınması gereken topu topu 6 yer var, hepsi de 100 km çaplı bir daire içinde. Eğer bu yapılabilirse IŞİD Suriye’deki etkinliğinin hiç değilse yarısını kaybeder, güney tarafta da yavaş yavaş erir gider. Ama kuzeyde IŞİD’i püskürtmesi kolay olsa bile geri dönmemesini sağlamak o kadar basit bir şey değil, 3-5 ayda bitebilecek bir şey hiç değil.
Bizim ordunun da oralarda kalması istenmiyor, IŞİD’e vurulacak darbenin kredisini Türkiye’ye vermek ne Amerika’nın, ne Rusya’nın, ne İran’ın, ne de Esad’ın işine gelmiyor. Peki, nasıl olacak? Tanklar, zırhlılar ve Fırtına obüsleri tamam, ama ara sıra, iş bitince geri dönmek kaydıyla piyade de gerekecek. İç politika için “Rakka’yı kurtarmak“ veya “Halep’deki kardeşlerimiz“ gerekçeleri kullanılacak; o da olmadı, bir helikopterimiz veya üç tankımız pusuya düşürülürse bahane hazır, “temizlik harekatı“! Binlerce asker Suriye’ye… İş bitince de yine Türkiye’ye…
Bunun adı vatan koruma veya milli çıkarlar değil, Amerika’ya taşaronluk. Tüm direkt riskleri alarak. Vatandaşa, mehmetçiğe aldırarak. Ve kazanılacak pek bir şey olmadan.
Taşaron da bedava çalışmaz tabii. Herşeyin bir ederi var. Amerika bunu peşin ödüyor. HDP’li belediyelere kayyum, PKK’ya karşı daha etkin istihbarat paylaşımı. Amerika HDP’li belediyelere kayyun atanmasına sesini çıkartmayacak, PKK için Irak’ta hayat biraz daha zorlaşacak. Ön sahnede de “Türkiye yeniden Orta-Doğu’da söz sahibi“ gibi demeçler ileri sürülecek. İşin özeti: göz boyanacak, fatura hem Türkiye’ye, hem de kürtlere çıkacak.
Hem Amerika hem de Türkiye için günü kurtarma politikası. Bedelini yıllar boyu ödeyecek olmamızı bilmemize rağmen. Yurtta sulh sulh, cihanda sulh prensibine tamamen aykırı olmasına rağmen. Orta-Doğu bataklığına elini sokanın kolunu kaybetme riskine rağmen…
Taşaronluğa hayır diyebilmek için ana müteahhite ihtiyaç olmaması lazım. Bizdeki konum ise epey değişik, müteahhitin elinde taşaron tarafından imzalanmış epey çek, senet var; istediği zaman ona hayatı çok zorlaştırabilir.
Öyle olunca da zararına çalışacak tabii. Ne de olsa faaliyetine devam edebilmesi lazım ki belki göl maya tutar…
İbrahim Çakıroğlu