* Her yolcu kendi telaşını yaşar.
Yıllar, yıllar önceydi.
Onları gördüğümde vapurdan iniyorlardı. Önce çok yakışıklı bir adam indi. Yüzündeki derin çizgileri ömrünün ona çizikler attığını sessiz bir dille haykırıyordu. Vapurdan iner inmez yoluna devam etmedi, durdu. Ardından gemiden inen insan kalabalığının karşısına dikildi. Bu öyle bir dikilişti ki; dünya yürüse üzerine onu deviremezdi. Öylesine dikti beklerken. Kalabalığa karşı elini uzattı bütün zarafetiyle. Ve ona başka bir el karşılık verdi.
Usulcacık tutuştu elleri, iki güvercinin kavuşması gibi. Büyük bir nezaket ve güvenle vapurdan inmesine yardım etti, elini tuttuğu kadının. Mini minnacık bir kadındı inen, adamın bakışlarıyla devleşen.
Bir küçük kuşu taşır gibi taşıdı adam, o minik eli avcunun içinde. Öyle korumacı, öyle yumuşak… Huzur dolu…
İçleri titriyordu birbirlerine bakarken. Hayatımda gördüğüm en güzel aşkın; bugünkü zamanıydılar.
Kalabalıktan usulcacık uzaklaştılar. Her yolcu kendi telaşını yaşar. Onların hayatta telaşı kalmamıştı. Tersine her saniyelerini yavaşlatmışlardı, gün bitmesin, saatler geçmesin diye. Belli ki sürekli yaşanan bir manzaraydı bu halleri. Miş’li geçmiş zamandan şimdiki zamana taşınan bir sevgi hali. Birlikteyken güzel olan çiftlerdendi onlar.
Adamın elinde bir eski kamera vardı. Geçip kadının karşısına, onun utanan halini yakaladı. Bir karede hapsetti hem anılarına hem yüreğine. Sonra kadın onun en çapkın gülümsemesini yakaladı. Güldüler hallerine. Foto yüreğim harekete geçti.
Ben hayatın içinden geçen zamanları gözlerimle fotoğraflarım önce, sonra kaleme dökerim. Hikayelerim, hep gözümle çektiğim fotoğraflardan çıkmadır. Fotoğraflar hareketsiz canlar taşır. Ne zaman eline alıp baksan; hepsi az önce yaşanmış gibi canlıdır ya da sadece eline alacak kadar özlediğinde can bulurlar basılı oldukları kağıtta.
Zamanın anlamının kalmadığı yerdir fotoğraflar. Fotoğraflar sessiz yolculuklardır hayatın içindeki. Siyah beyaz, renkli, sevinçli, hüzünlü, gamlı, yaslı, şımarık, yıkık dökük ya da dik. Ben fotoğrafları gözlerimle çekerim, sonra oturur yazarım; yaşlanmadan, aklımdan silinmeden önce.
Onlar da, çekilmiş en güzel fotoğrafıydı gözlerimin. Foto yüreğimin!
Ve adam aşka son noktayı koydu, önümden geçip giderken.. O küçük kadının daha da küçük elini, önce öptü ve sonra yüreğinin üstüne koyup, uzaklaşana kadar öylece tuttu. Ne zamana kadar tuttu bilmem ama hayalimde hâlâ o eli göğsünün üzerine taşımakta.
Bir eli, sadece sevdiği kadına ait olduğu için sevmek. Ve bir kadını sevmek, sadece kendisine ait olduğu için. Ve bunu kendi içinde yaşamak, etrafa gösterme telaşı yaşamadan… Bir eli sevmek; ve tutmayı az bulup; yürek üstünde taşımak. Göğsünde tutmak; sevdiği kadının başını her gece yasladığı köşeye, sabahları onun elcağızını koymak, taşımak gün boyu / yol boyu.
Ve elini tutup göğsünde taşıyan bir adamı sevmek. Elinde o adamın kalbini hissetmek. Bazen hızlanıp; bazen yavaşlayan. Bir kadın olarak; yaşın ve güzelliğin öneminin kalmadığı bir yaşta, böyle sınırsızca, böyle kocaman, böyle vazgeçilmezce sevilmek.
Şimdi nerdedirler, nasıldırlar bilmem. İçlerinden birisi diğerini beklemeden geçti mi sonsuzluğa onu da bilmem. Oysa geride kalanın; kavuşmak için acele edeceğinden eminim.
İsimlerini hiç öğrenemedim. Tanımam ve onlar da tanımaz beni. Bilmezler kalbime ektikleri tohumu. Foto yüreğimle çektiğim fotoğraflarını hiç görmediler.
Elimi yürek yapan bir adamı sevmem gerektiğini ben onlardan öğrendim. Ve öyle bir adamı tam 25 yıl sevdim. Yürürken değil ama uyurken elimi yürek yapan bir adamı.
İkisine de minnettarım.
Duacılarıyım.
Dilara Akıncı