“Çözüm süreci” başladığı dönemde, bazı aydınlar “Bunu böyle gizli kapaklı, otel odalarında yapmayın, bir toplumsal yara bir diğerini açarak kapanmaz. Süreç meşru zemin olan mecliste ilerlesin, saydam ve hesap verilebilirliği olsun, aksi takdirde kazananlar ve kaybedenler yaratılmış olur ve kendisini sabote eder, sürdürülemez.” demişlerdi.
Bu aydınlar bilindik ezberleri kusarak hayatını sürdüren kalemler tarafından darbeci, ırkçı, laikçi, Eski Türkiye sevdalısı olarak suçlanmışlardı.
Sonuç:
Yazılanlar satırı satırına gerçek oldu. Nasıl mı?
- Atılan adımlar, Kürt sorununu çözmek yerine, Kürt milliyetçiliğinin coşmasına yaradı.
- Türk milliyetçilerine ırkçı diyenler, Kürt milliyetçiligine sarıldılar ve bu gariplik günümüzde de geçerliliğini koruyor.
- Toplumun bir kesimi meclisin ve muhalefet partilerinin bilgisi ve katılımı dışında yürütülen sürece kuşku ile baktı, güvenmedi.
- Tepki, güçlenen ulusalcılık ve Türk milliyetçiliği olarak kendisini gösterdi.
- Bu gelişme AKP ve CHP’yi zayıflattı, HDP ve MHP’yi güçlendirdi.
- CHP’den ayrılan ulusalcıların hikayesi biliniyor, kalanlar hala etkili. Bakınız: Baykal’ın yükselişi.
- Zayıflayan AKP, kaybettiği milliyetçi oyların peşinde koşabilme amacıyla süreci durdurdu.
Böylece başa dönmüş olduk. Bu acemiliğin faturasını ne yazık ki şimdi herkes ödüyor.
PKK ateşkesin anlamsızlaştığını ilan etti, asker/polis şehitleri, adam kaçırma eylemleri hızlandı.
TSK Kandil’i bombalayarak sessizliğinin sonuna gelindiğini yüksek perdeden ilan etmiş oldu.
Bu arada, 35 yıllık sorunun yeni bileşenleri oluştu.
Esad’a karşı alınan anlamsız ve inatçı duruşun ve hatalı uygulamaların bir sonucu olarak, artık PKK’nın Suriye kolu PYD, IŞİD e karşı verdiği mücadele sebebiyle, bölgede özellikle batı tarafından meşru bir aktör olarak görülüyor. Yani artık hem PKK bir Orta Doğu aktorü konumunda, hem de Türkiye’nin Kürt sorunu.
Bir başka yenilik, HDP-Kandil arasındaki bağda gözlenen zayıflama. HDP’nin siyasi başarısı Kandil’in kayıp hanesine yazılmaya başlandı, ve sanırım son 30 yılın Kürt siyasetinde bu bir ilk. Anlaşılan HDP’nin 80 milletvekili çıkaracağını kendileri de, Kandil de beklemiyordu. Sandıktan çıkan kartlar dengeleri bozdu, yeni bir güç savaşı başlattı.
PKK ve RTE’nin beklentileri bu noktada aynı tarafa düştü. Düsmanları aynı: demokrasi.
İkisi de HDP’nin çok güçlenmesini istemiyor.
İkisinin de geleceği, silahla, kaosla ve cinayetlerle güvence altına alınıyor.
İkisi de koalisyon istemiyor, demokratik kanalların açık kalması, ikisinin de sonu demek.
İkisi de sonuç olarak bir erken secim istiyor, HDP zayıflarsa PKK da sevinecek, AKP de.
Bu sebeple AKP’nin bir erken seçimle tek başına iktidar olması için ellerinden geleni yapacaklar.
Bakınız PKK’nın asker polis cinayetleri, F-16’ların Kandil operasyonu, Kandil’in Demirtaş’a çektiği ayar, Demirtaş’ın “silahlar bırakılsın” çağrısı.
Oysa ki yapılmasi gereken, acilen AKP-CHP koalisyonunun kurulması, sürecin meşru zemin olan meclis çatısı altında tüm şeffaflığıyla sürdürülmesi, ve bir yandan da PKK’ya Türkiye sınırlarından çıkması yönünde baskıların arttırılması.
7 Haziran seçimlerinden önce “PKK Türkiye’de silah bırakmalı.” dediğimde bunu gülünç, hayal ürünü bulan HDP’liler, aradan bir ay geçtiginde Demirtaş’ın aynı cümlelerini okudular gazete manşetlerinde.
Aklın yolu bir. O yolda silahsız, terörsüz birbirimizi anlamaya çalışarak ve uzlaşarak yürümek zorundayız. Aksi halde herkes kaybedecek.
Şu çok açık: Yaratılan gerginliği ne toplum, ne de ekonomi 3-4 ay daha kaldırabilir. Gezi olayları sırasında bir Amerikan dolarının değeri 1,74 TL den 1,90’a çıktı diye kıyameti koparanlar, bugün ki 2,70 seviyesine ses çıkarmıyorlar. Oysa hangi yöne gittiğimizin göstergelerinden birisidir bu.
Bu yoldan dönülmezse varacağımız yer 7 Haziranda ucundan dönülen uçurum. Görünen o ki kaptan değişmeden o uçurumun kenarına uğrayacağız belli aralıklarla. Onun için kemerlerinizi bağladığınızdan, ve koltuklarınızı dik konuma getirdiğinizden emin olunuz.
Hayırlı yolculuklar…
Buğra Bakan, 28 Temmuz 2015