Hatırlayın, 2000 yılları başları, AKP iktidarının ilk seneleri ve Avrupa açılımı. AB ülkeleri ile yapılan görüşmeler sonunda yayılan bir iyimserlik, verilen sözler… Ne oldu da bu kadar kısa zaman içinde herşey tersine döndü, adım adım AB’den uzaklaşır, arap kültürüne, hayır arap kültürüne değil, kültürsüz arapların yaşam modeline yönelir olduk?
İşin kolay açıklaması AB ülkelerinin çifte standartları, müslüman ülke olmamız gibi kalıp ama sığ analizli cevaplar. Bunlar tabii ki nedenlerin içinde ama ana neden değil. Ana neden Erdoğan’ın bilinçli olarak ülkeyi Batı kültür ve kriterlerinden uzaklaştırma isteği.
“Batı değerleri”, Batı ülkelerini taklit eden, kendi ülke gerçek ve geleneklerinden habersiz yaşayan, Avrupa hayranı demek değil. Batı değerleri tüm insanların kanun önünde eşit olması, devletin ayrımcılık yapmaması, iktidarın da denetlenebilmesi, sosyal şartları ne olursa olsun insanların başları dik yürüyebilmesi anlamında. İnsana verilen değer anlamında.
Erdoğan hiçbir zaman bu Batı kültürünü anlamadı, kravatını taktı ama dilini konuşmadı; arabasına bindi ama hukukunu uygulamadı; uçağını aldı ama insana verilen değerini kabullenmedi.
AKP iktidarının ilk dönemlerinde bu eksikliklerin kapatılması veya AB ile olan görüşmelerdeki geçici başarılar, bugün FETÖ’cü olarak yakalanan veya yakalanmaya çalışılan, genelde yurtdışı okullarda okumuş bürokratların çalışmalarıydı. 17-25 Aralık skandallarından sonra tasfiye başladı, 15 Temmuz’dan sonra da hızlandı. Sonuç: AKP kadrosunun çoğu, görevleri için yeterli bilgi ve yetenek sahibi olmayan kişilerden oluşur hale geldi.
Dikkat edin, “millet değil ümmet” söylemleri bu tarihlerden sonra bariz olarak ortaya atıldı. Osmanlı hayranlığı bu tarihlerden sonra körüklendi. Çünkü Erdoğan Batı değerlerini kabullenmiş bir toplumda geleceğinin olamayacağını gördü, buradan uzaklaşmayı çare bildi. “Monşer” veya “Nişantaşı” sınıflandırmaları ile insanlarımızı burada da bölmeye, ayrıştırmaya soyundu.
Okulların İmam Hatip’e çevrilmesi de bu nedenle. İstenilen, hedeflenen şey dini bütün gençlik yaratmak değil, daha genç yaşlarda çocukları şartlandırmak, bedevi kültürü ile işlemek, ümmetleştirmek. Burada okuyan çocukların yabancı dil eğitimi eksik kalmış, fen dersleri yerlerde sürünüyormuş, İmam Hatip mezunlarının yarısından fazlası üniversite sınavlarında başarılı olamıyormuş, önemli değil. İtaati öğrensinler, Batı değerlerine sıcak bakmasınlar, hür düşünceli olmasınlar, Erdoğan için yeterli.
Osmanlı’nın pohpohlanması da aynı amaca hizmet ediyor. Halbuki Osmanlı’da Türk, hemen hemen her dönemde “Anadolu müslüman halkına” verilmiş bir isim, hor görülmüş bir toplumdu. Kan bağı olarak bakılırsa farklılaşma daha işin başında başlamış. Fatih Sultan Mehmet’in annesi Sırp kökenli Mara Despina Hatun’du. Hayatının son yıllarını Selanik’de Küçük Ayasofya Manastırı’na kapanarak geçirdi, ortodoks hristiyan olarak öldü. Daha sonraki padişahların annelerinin tamamı yabancı kökenli, büyük bir çoğunluğu da gayri müslimdi.
O zamanların en büyük silahlı gücü olan Yeniçeri Ocağı, genç yaşlarda devşirilmiş yabancı çocuklardan oluşuyordu.
Osmanlı’nın maliye işlerine bakan kişilerin hemen hemen hepsi yine devşirilmiş gayri müslimlerdi.
Uzun lafın kısası, bugün Osmanlı’nın geri gelmesini isteyen güruh o dönemde dedesine gösterilmeyen saygının, verilmeyen değerin zaten farkında değil, bunun bilinçli olarak Erdoğan tarafından organize edilen, Anadolu müslümanlarını yeniden bu karanlığa iten bir hareket olduğunu görmeleri de çok zor. İşin acı tarafı aslında kendilerine karşı olan bir eyleme destek vermeleri, arka çıkmaları.
Çünkü Osmanlı’ya dönüş demek yavaş yavaş Osmanlı sistemine geçiş demek.
Saray inşa edildi, külliyeler ortaya atıldı, tüm yetkiler cumhurbaşkanında toplandı; şimdi de saltanat kafalara işleniyor.
Cumhuriyet hepimizin geleceği, hepimizin yaşam garantisi, hepimizin güvencesi… Cumhuriyet, Türk vatandaşlığının tapusu.
Osmanlı’yı tekrar yaşatmaya soyunmak ise oturduğu dalı kesmeye çalışan kara cehalet.
İbrahim Çakıroğlu