90’lı yıllardan beri Erdoğan’a verilmiş görev, Türkiye’yi yavaş yavaş bölünmeye taşımak. Tabii ki bu bir günde, bir yılda yapılabilecek bir şey değil. Etap etap, bölüm bölüm.
Türkiye ulus olarak kaldığı sürece bu ülkeyi bölmek zor, dolayısı ile ilk görev ulustan ümmete geçmek, ulusu oluşturan unsurları teker teker yıpratmak, yozlaştırmak.
Bunu yapmak için ise ilk şart milleti kutuplaştırmak, bizden ve bizden olmayanlar diye ikiye ayırmak.
İlk baştan “benim başı örtülü bacım” ile başlandı. Türkiye’de kaç kişinin ninesinin başı bağlı değildi ki! Mağduriyet edebiyatı işlendi, başı örtüsüzler arasında dolaşacak maaşlı başı örtülüler yaratıldı, haklı oldukları üç konu yanında alakası bile olmayan beş konu dantel gibi işlendi. Şimdi başı örtülülerin bazıları Jeep’lenip taytlanınca ve 15 yıllık iktidar söz konusu olunca başka şeye geçildi.
Atatürk resimleri kaldırıldı, bazı zırzoplara Atatürk’e hakarete kadar giden söylemleri için önden göz kapatıldı, arkadan gaz verildi. Ayyaş denildi, cehaletin sınırlarını aşıp “Kurtuluş Savaşı’nı keşke Yunan kazansaydı, hilafet elden gitmezdi” diyen şaklaban hasta yatağında ziyaret edildi. İlk başlarda Anıtkabir’e gitmemek için epey mazeret üretildi. Bugün bile Atatürk cumhuriyetin kurucusu olduğu için bir türlü sevemedikleri, kahraman diyemedikleri bir Türk.
Zaten Türklük de ayak altına alındı. “Ne mutlu Türküm diyene” denilmeyecekmiş. İlk önce Müslüman, sonra Türk… Peki, bu ülkede Müslüman olmayan Türkler? Müslüman olup da baştan Türk sonra Müslüman olanlar? İnançlarını kendine saklayanlar? Hayır, Türklük ulusun çimentolarından biri, yıpratılması, rendelenmesi lazım. Siz Erdoğan’ı hiç “ben Türküm” derken duydunuz mu? Ama galiba burada haklı, soy ağacına bakılırsa Türk kökenli olmaması çok muhtemel.
90’larda en çok güvenilen kurumlardan biri ordu idi. FETÖ ile ortak hareket edildi, Ergenekon, Balyoz, casusluk davaları gibi kirli ayak oyunlarına girildi, bu davaların savcısı olundu; arslan gibi subaylar ordudan ihraç edildi, vatansever harp okulu öğrencileri okuldan uzaklaştırıldı. 15 Temmuz sonrasında da görüldü ki bizim Deniz Kuvvetleri’nde gemilere kumandanlık edecek, F-16’ları uçuracak yeterli sayıda subay kalmamış! Ordu o hale gelmiş ki bugün bile izin günlerinde üniformaları ile dolaşmak isteyen subay sayısı yoklara gelmiş!
Bir sabah uyanmışız, bakmışız ki dilimiz değişmiş! Bu adam ya cahil, ya da kara cahil. O bir günde değişen dil değil alfabeydi. Babam eskiden Türkçe konuşurken birden bire Almancaya geçmedi. Dedem eskiden Arapça veya Farsça konuşmuyordu ki, o da Türkçe konuşuyordu, ayni dili konuşmaya devam etti. Ama dilimizi değiştirmek için de tam zaman çalışıyorlar. 90’lardaki gazeteleri, televizyonları hatırlayın. Bugünkü kadar Arapça kelime var mıydı? Üstelik gerçek anlamından saptırılmış, telaffuzu yanlış, halkın çoğunun anlamadığı kelimeler. Bilinçli olarak Türklükten uzaklaşmak için damla damla akıtılan zehir. Ortak dili yaralarsam ulusu yaralamış, ümmet kapısını açmış olurum kafası!
İçinde bulunduğumuz konumda daha önemli başka bir şey kalmamış, Erdoğan şimdi de İstiklal Marşı’nı kafasına taktı. Güfte iyiymiş de beste olmamış, birbirlerini iyi tamamlamamışlar. İyisi ile, kötüsü ile bu benim milli marşım. Okulumda haftada iki kez bu marşla bayrağım göndere çekildi, ben bu marşla büyüdüm. Yıllarca şehitlerim bu marşla toprağa verildi, askerim bu marşla cepheye gitti. Gerekçe? Millet bu marşı kolayca söyleyemiyormuş! Yahu, senin ümmetin yarısı normal cümle kuramıyor, besteyi Arap havası yapsan sanki onu söyleyebilecek mi? Amaç ulusu oluşturan unsurları yıpratmak olunca her şey mübah…
Böl, kutuplaştır… Dini bütünler ve diğerleri. Başı bağlılar ve aklı uçuklar. Hilafetin kalkmasına üzülenler ve Atatürk’e tapanlar. Darbe mağdurları ve faşistler. Eskiye sadık olanlar ve Türkçeyi köklerinden koparanlar. Milli marşın milli olmasını isteyenler ve Batı özentileri. Ne kadar konuda milleti bölebilir, karşı karşıya getirebilirse o kadar başarılı olacak ya, o zaman konularda sınır yok.
Ana amaç ilk önce ümmeti ulusun önüne geçirmek, sonra da Türkiye’yi bölmek. Tramvayın gittiği son durak burası.
İşin üzücü tarafı, kötülerin zaferi ancak iyilerin tepkisizlikleri, olayları kabullenmeleri ile mümkün.
Atatürk “muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” demiş, ama bir de keşke “iş işten geçmeden yapmazsan gelip benim arkama saklanma” diye ekleseymiş. Anlayana sivri sinek saz, gerisini biliyorsunuz.
İbrahim Çakıroğlu