Gerçekten de hiç yoktan bu referandum nereden çıktı? Erdoğan neyi yapamıyordu ki böyle bir şeyi arzu etti, neyi yapamıyordu ki başkan olunca yapabilecek?
AKP’nin iktidara gelişi 2002. Abdullah Gül başbakan oluyor. O tarihte cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer. Erdoğan ne başbakan ne de cumhurbaşkanı, ama yine de sözü geçen tek kişi. Zaten ertesi yıl Mart ayında başbakanlığa geçiyor. Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olduğu Ağustos 2007’ye kadar kızakta. Türkiye’nin en güçlü adamı, başbakan sıfatıyla Erdoğan. Kendi deyimiyle astığı astık, kestiği kestik.
Başbakanlık Erdoğan’a yetmiyor, Ağustos 2014’de cumhurbaşkanı oluyor. Başbakanlığa atadığı kişi Ahmet Davutoğlu. Davutoğlu da görevini Mayıs 2016’da Binali Yıldırım’a devrediyor.
Peki de bizim anayasaya, kanunlara, geleneklere göre Türkiye’nin en güçlüsü başbakanken, başbakan Erdoğan niçin cumhurbaşkanı olmak istemişti? Rahat mı battı yani! Aman “yorulmuştu”, “bu görevi yola beraber çıktığı yol arkadaşlarından birine devretmeyi istedi” gibi gerçeklerle alakası olmayan açıklamalara sarılmayın. Daha sonraki süreç bunlardan hiçbirinin doğru olmadığını gösterdi.
Erdoğan’ın, aldığı kararlarda bir başkasının bırakın engel, söz hakkı olmasına bile tahammülü yok. Birçok kez “bürokrasi yapmak istediklerimize karşı çıkıyor, yavaşlatıyor’ gibi şikayetlerde bulunmamış mıydı? Cumhurbaşkanlığı döneminde, ender de olsa, Gül’ün bazı kararları Meclis’e geri yollaması, Arınç’ın ara sıra vicdanlı açıklamaları kendisinde alerji yarattı.
Çare olarak da kendisinin cumhurbaşkanı olup başbakan olarak da kendisine bağımlı birini atamayı uygun gördü. Sonra da tabii ki Davutoğlu başbakan olunca Gül ve Arınç’ı, haydi harcamak demeyelim, etkisiz hale getirmek için elinden geleni yaptı. Bugün hangisinin sesi çıkabiliyor?
Erdoğan cumhurbaşkanlığını bu nedenlerle çoktan kafasına koymuş, hazırlıklara çoktan başlamıştı bile. Hatırlayın, bugünkü saray, “başbakanlık binalarının Ankara içinde dağınık halde bulunması, devlet törenlerinde sıkıntı yaratması” gibi nedenlerle başbakanlık binasi olarak inşa edilmeye başlanmıştı. İnşaat bitti, burası birden bire cumhurbaşkanlığı hizmetine veriverildi!
Bu konum bu şekilde devam edebilirdi ama Erdoğan peşpeşe iki buçuk tromatizma yaşadı.
Gezi olayları ve 17-25 Aralık. Gezi olayları Erdoğan için ilk büyük sürpriz, ama burada itiraz “genel politikaya”; kişisel olarak direkt bir suçlama yok. Yaşam tarzıma karışma, sen işine bak, biz işimize bakalım tarzında.
Ama esas tromatizma 17-25 Aralık. Burada Erdoğan hayatında hiç korkmadığı kadar korktu. Düşünsenize, Bilal savcılık kapısından döndü, telefon konuşmaları medyaya düştü, o kadar rüşvet almış dört bakanı Meclis’de aklamak zorunda kaldı. Az buz korku değil bu. Erdoğan çok yıprandı.
O “buçuk” tromatizma ise darbe girişimi. Başından beri başarılı olamayacağı belliydi ama “ne olur, ne olmaz; şeytan doldurur” çekincesi.
Şimdi hâlâ korkusu, birgün kendisinden hesap sorulması. Yalnızca 25 Aralik için değil, elinizi nereye atsanız suç veya anayasa ihlali teşkil eden hususlara rastlıyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı için yetersiz üniversite diplomasından tutun, gelenek ve kanunlara aykırı olarak kendisine verilen örtülü ödeneklerin kullanılışına, anayasaya aykırı olarak uygulamaya başladığı “fiili duruma” kadar kadar herşey var.
Siz değiştirilen 18 maddeye filan bakmayın, bunlar işin kılıfı. İşin özetinde bu anayasa değişikliği veya başkanlık rejimi değil, düpedüz Erdoğan için çıkartılmış bir af kanunu. Terzi ölçmüş, biçmiş, tam konuma uyan bir takım elbise dikmiş.
Kararname ile yönetme, denetim olamaması işin detayları. Şu andaki durumda ülkeyi istediği gibi yönetemiyor mu sanki? Şu anda herhangi bir denetleme söz konusu mu? Bal gibi bir af kanunu bu referandum diye sunulan şey.
Bu referandum kabul edilirse Erdoğan’dan hiçbir zaman hesap sorulamayacak. Daha sonraki seçimlerde seçilemese bile…
Eh, bu kadarına da insaf artık!
İbrahim Çakıroğlu