Bıyıklarımın yeni terlemeye başladığı günlerden biri… Mahallede bayram telaşı…
Çiziklerle dolu, eski bir siyah/beyaz film gibi…
Alt komşumuz Eleni teyze merdivenlerden anneme sesleniyor: Hayde bre Madam Viktorya, geç kalazayız, Haluk Bey’in musafirler bastirmadan gidelim vre kale!..
Babam salondaki kocaman Erickson telefonun başında, bayram tebriklerini ardı ardına yanıtlıyor… Bir zamanlar ülkenin gayr-i müslim tek devlet memuru olduğu, sonradan İnan Sigorta’ya geçse de, aslinda gönlü hala takılı kalmış “Ankara sigorta şirketi”nden arayan eski dostları ile, emektarlarla bayramlaşıyor…
Cemal amca, “Parmak Feridun amca” (piano çaldığı için adı öyle kalmış), genel müdür Adil bey amca, şirketin hukuk danışmanı Şükufe hanım teyze ve diğerleri ile sevgi mesajlari denizinde yüzüyorlar hep birlikte…
İlginç adamdı babam… Derin Osmanlıca’sı, üst düzeyde Fransızca’sı, sağdan sola eski Türkçe yazabilmesi, bir yandan kanun çalıp en ağır eserleri meşk ederken, yakınımızdaki caminin müezzinini yanlış makamda söylüyor diye de fırçalayabilirken, diğer yandan da Donizetti’nin, Verdi’nin en ünlü aryalarını da müzikli toplantılarımızda hatasız okuyuverirdi…
Annem son giyim kuşam retuşlarının ardından bana dönerek: “Ayakkabılarını temizle, şu kravatını da adam gibi bağla, gömleğinin üst düğmesini de ilikle…ne o öyle serseriler gibi?..” diye tersleniveriyor…
3 bina ilerimizde, bakkalımız “Yakışıklı Nihat” (trafik kazasında vefat etti) dükkanın önüne bir tabureye koyduğu sepete şekerlemeleri tepeleme doldurmuş, gelen alıyor, giden alıyor…
Köşeye tezgah açan kundura tamircisi ‘’çingen rüstem’’ iş giysilerinin üzerine bir kravat iliştirmiş, saçlarını ıslatarak taramış, ağzında yine ‘’emzik’’ dediği cigarası… Kapıdan çıktığımızda babamı görüp sigarasını ‘’avuç içi ederek’’ esas duruşta…
“Çingen Rüstem”i dükkanının önünde ekmek parası diye idare (!) eden manavımız “Çerkes Mahmut” kasketini sallayıp babamı selamlıyor, “maaşallah, maaşallah” diye…
Karşı komşumuz Naci amca bizlere pencereden el sallayarak iki elini birleştirip “merhaba” pozisyonu gibi bayramimizi kutluyor, babam hemen fötr şapkasını çıkartıp hürmetle eğiliyor, “sonra uğrayacağız” manasında el işaretleri yapıyor. Naci amca, yani emekli topçu generali “Naci Sezen Paşa”… 6-7 eylül olaylarında, resmilerini ve silahlarını kuşanıp sokağın başını tutan ve ileri doğrulttuğu kocaman silahı ile ‘’sokağa ilk adım atanı hemen mıhlarım’’ diyerek çapulcuları def eden, koca bir mahalleyi kurtaran paşalar paşası, baba bir asker…
Az ileriden yaklaşan kadın, Eleni teyze’nin gelini Evdoksiya abla… Geç kaldığı için temiz bir kalay yeyip ekibimize katılıyor…
Elimizde kocaman şeker paketleri ile ilk durağımız Haluk amca… Bayram ziyareti ve bir şekilde de iade-i ziyaret…
Eleni teyze’nin Paskalyaları’nda, bizim de adını bilmediğim bir bayramımızda kutu kutu şekerlerle baskın yaparlardı evlerimize, cümbür cemaat…
Hülasa, bir eski siyah beyaz film şeridi gibi… Bunların yaşandiği yer ne New York, ne Paris, ne de Londra… Halis muhlis İstanbul…
Bütün kültür ve kimlikleri bir zamanlar bağrında barındıran, Anadolu yarımadası’nın batısında, “batıdan daha batılı bir konumda”, bir şehr-i İstanbul…
Bütün dostlarımızın bayramı kutlu olsun, milletimiz zeval görmesin…
Moris Maçoro