Nesli’nin babası var Fehmi Amca. Babamın dostuydu. Geçen akşam bize hoşgörüden bahsediyordu. Hikayesine başladı. “Sene 1949”, dedi. “Yatılı okuldayım. Babam ile sevgilime mektup yazdım. Mektupları yanlış zarflara koymuşum. Sevgilime giden önemli değil ama babama giden sevgilimin mektubu. Babam mektubu iade etti, küçük bir notla birlikte. Bana soruyordu, “Oğlum niye bu kadar dalgınsın? Bir sıkıntın mı var?..”
Bir tane de ben anlatıyorum mektup hikayesi. Üniversitede okurken kardeşimden mektup geliyor. Bir yerinde şöyle bir tekerleme: “Çanakkale’deki ev yanmış, duvarları dikmiş”. Aklınca yan ve dik kelimeleri ile ilgili bana espri yapmış. Ben çok üzüldüm. Ailece her zaman çok tutumlu ve özverili olmamız gerekiyordu. Babam parasını emeğiyle zor şartlarda kazanıyordu. Bütün bunlar kafamdan geçerken bir tekerlemeyi algılamamı engelledi.
Hemen cevap yazdım. Onlara çok üzülmemelerini, nasıl olsa evin duvarlarının olduğunu, yeniden tamir edilebilineceğini anlatmaya çalıştım. Mektup eve ulaştığında önce annem ile kardeşim açıyor. Espriyi ciddiye aldığımı görünce mektubun o bölümlerini karalıyorlar. Mektubu o şekliyle babama gösteriyorlar. Babam da söyle bir yorum yapıyor, “Bir konudan bahsetmiş ama sonra vazgeçip karalamış. Sanırım bir sevgilisi var. Ama henüz bahsetmeye cesareti yok”.
Biz böyle hoş babaların kız çocuklariyiz. Onlar hayallerindeki kadını kız çocuklarinda görmek istediler ve özveride de bulundular. Ama bizlerin onların hayalindeki çağdaş kadını yakalayıp, geçmemiz için annelerimizden öğrendiğimiz kadın dogmasını yıkmamız gerekiyordu. Çünkü söylenen değil, gözlenen tekrarlanıyor uzun bir süre…
Aydan
1996