Prof. Dr. Ümit Özdağ’ı tebrik etmek ve verdiği müthiş mücadeleye saygı duymak gerekiyor… 16 Nisan akşamından beri bıkmadan usanmadan gösterdiği gayretle silinmeyecek bir marka meydana getirdi: “Kirli referandum”
Israrla dillendirdiği hukuksuzluklara, onu ve itirazı olan kitleleri tatmin edecek hukukî bir karşılık verilemedi… Denilebilecek tek şey vardı o söylenebildi: “Atı alan Üsküdar’ı geçti!”
***
Hoca direniyor, üstelik kendi adına değil, millet ve demokrasi adına… Ona göre, 2014’te Mansur Yavaş’ın elinden kaçırılan belediye başkanlığı seçimleri sonrasında gereken yapılsa ve seçim sonuçları kabullenilmeyip demokratik direnç sonuna kadar gösterilseydi, 16 Nisan’da yaşananlar belki de yaşanamayacak, millî irade sandıktan çıkacaktı…
O yüzden, Ümit Özdağ’ın bugün verdiği mücadeleyi, sadece ‘geçmiş seçimi gündemde tutma mücadelesi’ olarak değil, ‘bundan sonraki seçimleri de kurtarma’ mücadelesi olarak görmek gerekiyor…
Çok açık: 16 Nisan’da olan biteni hiç itirazsız kabul ettiğinizde, bundan sonraki seçimlerde olan biteni de aynı şekilde kabul edeceğinizi peşinen ilân etmiş oluyorsunuz… Şimdi hukukunuza sahip çıkmazsanız, yarın da çıkmak potansiyeli taşımadığınızı itiraf etmiş ve bugün şahit olduğumuz antidemokratik uygulamalara yol vermiş sayılıyorsunuz…
***
Hoca haklı olarak 1950 seçimlerini ‘ibret’ olarak sunuyor… Demokrat Parti’yi iktidara getiren 1950 seçimlerini ‘çok daha demokratik’ olmaya iten esas unsur, 1946 seçimlerine yapılan itirazlar ve kabullenmeyişti…
‘Parti’nin ‘devlet’ muamelesi gördüğü bir düzende, bütün kamu imkânları seferber edilmiş, ‘açık oy-gizli sayım’ tekniğiyle seçimi CHP kazanmıştı… İktidar o sonuçların üzerine oturamamış, ‘zafer’in keyfini yaşayamamıştı… Ülkede ortaya çıkan direnç, iktidar üzerinde seçimin kurallarını değiştirme baskısı oluşturmuş, demokratikleşme yolunda çaresiz bırakmıştı… Böylece ülke 1950 seçimlerine, 1946 kurallarını değiştirerek zorunda kalmış, çok daha demokratik bir seçim gerçekleşmişti… Bu muhalefetin ve milletin başarısıydı…
Eğer 1946 seçimleri olduğu gibi kabullenilmiş, kuralların değiştirilmesi için o büyük mücadele verilmemiş olsaydı, 1950 seçimleri de sonrakiler de 1946’nın tekrarı niteliğinde olacaktı…
Demokrasi kültürünün henüz gelişmediği, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmadığı ve devlet-parti ayrımının emekleme döneminde bile olmadığı o zorlu dönemde bu sonuç alınmıştı… Bugün şartlar çok daha müsait… İletişim ve etkileşim teknolojisi baş döndürücü bir hızla gelişmiş durumda… Kamuoyu oluşturma, var olanı diri tutma, hakları takip ve sonuç alma imkânları geçmişle mukayese edilmeyecek derecede ileride…
Ümit Hoca tam da bu noktada, şartları iyi okuyarak kendince hedef belirliyor… O hedef, bundan sonraki seçim güvenliğinin sağlanması… Uyum yasaları çıkarken, alınacak tedbirlerle seçimlerin şaibelerden uzaklaştırılması… Herkesin sonuçları kabullenebileceği, demokratik ve şeffaf niteliğe kavuşturulması…
***
Ümit Hoca’nın verdiği demokrasi mücadelesini ‘bir hakkı teslim’ anlamında bu sütuna taşımış değilim… Çünkü bu bir hak tesliminden ziyade, ‘geleceği kurtarma’ adına ve böylece farklı siyasî düşüncelere sahip insanlarınızın hepsi adına ısrarla sürdürdüğü mücadeleye duyduğum saygıdır…
‘Seçim güvenliği’ bir milletin ‘can güvenliği’ kadar önemlidir artık… Burada oluşan şaibe, bir arada yaşama irademizi törpüleyen, kitleler arasına düşmanca duvarlar ören fitneye dönüşüyor… Onun için ‘seçim güvenliği’, sonuçları herkes ama herkes için kabullenilebilir bir teknik zincire kavuşturulmak mecburiyetinde… İşte o zaman ‘şüphe’nin yerini ‘sonuçlara saygı’ alacak ve seçimlerde hangi parti ya da kişi kazanırsa kazansın veya kaybetsin, sonuçta millî irade kazanmış olacak…
Hoca bu anlamda tarihe ve millete iyilik ediyor, 16 Nisan akşamından bu yana ara vermeden, çağrıldığı yere koşa koşa giderek mücadele veriyor…
Servet Avcı
Yeniçağ Gazetesi