Bazen hava gibi, su gibi uzun yolculuğa çıkmak istersin ya da geri dönersin. Kasım ayının son günleri Ankara – İstanbul arası otobüs ile gece yolculuğu yaptım. Yaklaşık bir saat erken gelmiştik. küçük bir şehrin otogarını andıran Alibeyköy Cep Otogarındaydım.
Yeni günün karanlık zaman dilimi. Gün başlayalı henüz dört saat olmuştu. Yağmur çiseliyordu. Semt servisleri saat beş gibi hareket edecekti. Otogarın içinde beklemek en akıllıca davranış olacaktı. Valizimi sürükleyerek içeri girdim. Sıcaktı, aydınlıktı. 5- 10 kişi vardı. Plastik sandalyelerin birisine mantomu koydum, valizimi önüme çektim. Telefonuma bir göz attım. Çevreye takıldı gözüm. İki genç montlarını yastık yapmış, yan yana bulunan üç sandalyeye ayaklarını uzatmışlar beşiklerinde uyur gibi mışıl mışıl uyuyorlardı. İki güvenlik görevlisi sohbet ederek dolaşıyordu.
Sessizlik hâkimdi. O sıra otomatik kapı açıldı. Üzerinde çiçekli basma etek, anne kazağı giymiş, ayağında sonbahar mevsimi olmasına rağmen siyah ince bir ayakkabısı olan yetmiş beş yaşlarında bir kadın elinde çuval sürükleyerek içeri girdi. Yağmur damlaları ayakkabı ve çorabına yapışmıştı Çuvalı yanındaki boşluğa bıraktı. Tekrar döndü bir çuval, bir çuval daha getirdi. Üçüncü çuvalla birlikte seksen yaşlarında eli bastonlu eşi ile birlikte girdi. Yedi adet çuval ve bir adet büyük karton kutuyu yere bıraktılar. Belli ki yolculuk uzundu. Kadıncağız düşen çuvalları geri kaldırıyor, dik durmaları için adeta tembihliyordu. Çuvallar anlar mı? Birbirine destek vererek dik durmalarını sağladı. Otomatik kapıdan içeri giren beyefendi ışıkları görünce, başını tavana kaldırdı. “Aman Allah’ım Türkiye yakında Ay’a gider. Bu nasıl bir yer? Aynı Avrupa, aynı Avrupa, aynı Almanya…” diyerek düşüncesini sesli dile getirdi. Başı döndü adamcağızın. Kadın oturmasını söyledi. “Yok yok, şöyle bir dolaşayım” dedi. Hayran kalmıştı otogara. Bilet satılan yerlere doğru yürüdü bastonuyla. Kadıncağız ayakkabısını sildi, doğruldu. Göz göze geldik. Gülümsedik.
“Yolculuk nereye?” dedi.
“Ankara’dan geliyorum.” dedim.
Merak ettim çuvallarda ne vardı. Bu yaşta iki insanın sabaha yakın bir yerde yükleri nedir? Eğri büğrü büzüştürülerek bağlanmış, bazı yerleri yırtılmış tekrar bağlanmış. Çeşitli çözümler üretilerek buraya kadar getirilmiş bu ağır çuvallarda ne olabilir ki? Belki kara yolları firması da sormadı. Ay’a yolculuk, havayolları, kara yolları zihnimde dolaşmaya başladı. Onları düzene koymak da kolay olmadı.
Uçak yolculuğu yapsaydı, kullandığı hava yolu firması bu çuvalları getirme hakkı tanıyacak mıydı? Bazı havayollarında 20 kg teslim edilen valiz, 8kg ise el bagajı şeklinde. Bazı çok istisna seferlerde ise bu limit 30kg’a çıkıyor.
Eğer valiziniz 20 kilogramdan daha fazla olacaksa, internet üzerinde ekstra bagaj hakkı almamız gerekir. Bunu almazsak ve check-in esnasında valiziniz daha ağır çıkarsa çok yüksek ücretler ödemek zorunda kalabiliyoruz. Bu ücret hava-yollarına göre değişmekte olup genelde kilo başına 5-15€ arasında oluyor.
Dayanamadım sordum. “Yükünüz ağır Çuvallarda ne var?” dedim
“A yavrum, un, bulgur, peynir, yağ, turşu… Sivas’ın Divriği Kazasının köyünden geliyoruz. Kışın yiyoruz. Bittiğinde gidiyoruz. Yine getiriyoruz. Her sene gidiyoruz” dedi şivesiyle. Ayağımdaki siyah süet botlara baktım. Yağmur damlaları yoktu üzerinde.
Yaşlı beyefendi hayran kaldığı “Türkiye yakında Ay’a gider” dediği otogarı dolaşmış aynı cümleleri tekrar ederek gelmişti. Büyük bir gururla anlata anlata bitiremedi. Artık ayrılma vaktim gelmişti. Beyefendiye sordum:
“ Beyefendi, bu çuvalları Ay’a nasıl götüreceksiniz? “ dedim. “Olacak olacak az kaldı o da olacak“ dedi. Yaşam standardının değişmediğini bile bile o kadar inanmış ki. Yağmur damları cama yapışmış bizi izliyordu. Yüzlerine baktım bir tebessüm bıraktım ve ayrıldım. İstanbul’un o ışıklı sokaklarında evime doğru.
Başkasının ne düşündüğü bizi ilgilendirmez diyemiyoruz. İnsanın bütün hayatını önüne katıp sürükleyebilecek kadar güçlü bir akıntı. İlgilendiriyor ve etkiliyor.
Sevgiyle…
Nezahat Göçmen