TOPRAK ANA GÜNÜN KUTLU OLSUN…
Dünyaya geldiğim günü hatırlamıyorum. Annemin kucağında olduğum günleri de. Okula başlayınca; Sıcacık sarıp sarmalayan annemi düşünürdüm. “Ben neredeyim?” sorusu ile “Daha dün annemizin kollarında” şarkısını dinledikçe annemin kollarını özlerdim.
İlk besin kaynağım anne sütümdü. Topraktan aldığı gıdalarla bana süt verdi. Beni büyüttü. Annem bir kadın. Toprak da üreten bir kadın, aynı zamanda yutan da bir kadın. Zaman denilen çarkın içinde annem toprakla buluştu. Hammaddem elimden kaydı gitti. Toprağa karıştı. Attığım her adımın adını “Sonsuz ben“ koydum. Çizgi film gibi avuçlarımda tutamadığım bir akış içinde “Anne Rolü” adında bir sahnede buldum kendimi. Rolüm gereği bir kızım oldu. Ayaklarım toprağa bastı. Köklerim topraktaydı. Ne tarafa dönsem, ne yapsam, toprak vardı. Toprağın verdiği yiyeceklerle büyüttüm kızımı. Can alıp can veriyordu toprak. Her yer toprak kokuyordu.
“Herkes farklı herkes renkli sen gibi ey toprak.” Nasıl bir dengedir bu. Yaşamı da ölümü de kabul eden ettiren sakin, cömert, kabullenen- yutan toprak.
Ayaklar altında olsa da tek arzusu gökyüzünden düşecek birkaç yağmur damlasıydı. Gökyüzü ile iyi geçinmesi de ondandır.
Mutlu bir evlilik yaptıktan sonra, annelerin öyküsü başlar ya hani.
Her şey toprağa bağlıydı. Gün geldi toprak haber saldı bana. Çığlık çığlığa “Anneler Günü” kızımı toprağa hediye ettim. Toprağın soğuk yüzünü gördüm. Ölenin arkasından ağıtlar yakıldı, gözyaşları döküldü, mektuplar yazıldı. Toprak aldıklarını sakladı. “Ey Toprak; Ana, sen misin yoksa ben miyim? “
Sorgulamadan veren, sualsizce alan, kutsallığın ve temizliğin başlangıcı toprak. Yuttuklarının yeniden toprakta filizlendiğini gördüm. Aklım almıyor. “Neden ayaklar altında bu varlık?” Saygı duyuyor ve önünde eğiliyorum. Örnek alsam bu varlığı, hiçbir canlıyı yutmaya kıyamam ki…
Erik ağacının çiçeğinden ne farkım var? Kelebek misali, işte geldim işte gidiyorum.
Toprağa özlemim bundandır
Bir avuç toprakta yaşayan milyonlarca canlı varken benim ne kadar gücüm olabilir ki. Hiçbir şeye sahip olmadığımı anladım. Toprağın gücünün karşısında, irademin çok zayıf olduğunu gördüm. Düşündüm düşündükçe sarmal bir yolculuğa çıktım. Annem- anneannem köklerim ve meyvem topraktaysa benim toprak olmamam mümkün mü? Toprağa özlemim bundandır. Dünyanın kanunudur. “ “İyiler erken ölür.” Hepsi mi iyiydi? Gitgide beni de çektiğini hissediyorum. Zaman denen kavramdan dolayı. Toprağın altındakileri saydım. Toprak altındakiler toprak üstündekilerden daha çok.
Bedenimin de ana unsuru bir avuç toprak. Toprakla beslenip, topraktan gelip toprağa gidiyorsam Toprak Benden büyüktür. Defalarca toprak tarafından yutulsam da bir tablet gibi yine de bir çiçek olup dirilmek isterim. Kır çiçeklerini sevmem ondandır. Kaçınılmaz olan, toprağın verdiği çok sevdiğim çiçeklerin günün birinde üzerime serpilmesi.
Söylentiye göre, dört ana element; ateş, hava, su ve toprak içerisinde üzerine yazı yazılabilen tek element toprak olduğundan dolayı tanrı insanı topraktan yaratmış. “İnsan vücudu içinde dört element şu şekilde sembolize ediliyor; Kan ateş, beden toprak, duygular su, nefesimiz hava ve beşinci öz ise ruhumuzdur.” Toprak üzerinde beşinci element olan ruh ile yaşıyorum, izliyorum hayatı. Biletimin kesileceği günü bekliyorum. Zamana aldırmayan; Can ekip can biçen koca dünyada, toprağa sevdalıyım.
Başlangıç ve bitiş noktası sevgili toprağım, üzerimize toprak atılacak, her şey bitecek. Kutlanacak neyimiz var ki. Senin tek taş ve küçük ev aletlerine ihtiyacın yok. Çiçek sunsam çiçekler senin. Doğduğumda, öldüğümde kucağına verildiğim, heybetine hayran olduğum TOPRAK ANA GÜNÜN KUTLU OLSUN…
Bu şahane düzende, biz sevgililerine ve emanetlerime iyi bak.
Nezahat Göçmen