I. DERİN TÜRKİYE
Üzerinde yaşadığımız bu topraklar; binlerce yıldan beri, pusulanın gösterdiği dört ana eksenin her bir yönünde kurulmuş antik uygarlıkların, bizi manevi anlamda zenginleştiren ve farklı kılan sayısız yerleşimlerine kucak açmış kalıntılarıyla; benliklerimizde özenle süslenmiş bir gelin başının şiirsel ve masalsı etkisine eşdeğer bir çağrışım uyandırıyor.
Binlerce yıl boyunca Küçük Asya’nın değişik bölgelerinde yaşam mücadelesi vermiş bütün topluluklar, bu topraklara silinmez bir şekilde damgalarını bastılar. Anılarını, anıtlarını ve birikimlerini Anadolu’nun bağrında sonsuzlaştırdılar.
Tarihin hiçbir döneminde, bu kadar farklı kavim ve uygarlığa kucak açmış başka bir toprak parçasına rastlamak mümkün değil. Anadolu, tıpkı bir değirmen gibi, özgün coğrafyasının potasında, birbirlerini etkileyen etno-kültürel dokuları öğüterek; nicelik ve nitelik olarak görkemli bir yaşam alanı oluşturmuştur.
Anadolu, kıtalararası doğal köprü olma konumuyla, tarih boyunca kavimlere genişleme dinamikleri için çekim merkezi işlevi görmüş; jeolojik katmanlarındaki fay hatları yanında; siyasal, toplumsal, dinsel, mezhepsel, felsefi fay hatları ve kırılmaları da bu topraklar üzerinde yaşayan bireylerin ve toplulukların ruhsal dünyalarında engin fırtınalar estirmiş, değişim ve dönüşümleri tetiklemiştir.
Anadolu insanı; sezgi, sağduyu, yaratıcılık, koşullara uyum, direnç, hoşgörü, konukseverlik, yardımlaşma, dayanışma, sabır, mutfak, folklor, gelenek ve görenek zenginliği gibi toplumsal yetenek ve birikimleri; uygarlıkların inci taneleri gibi dizildiği bu coğrafyanın hamuruyla beslenerek, yüzyıllar boyu süren diyalektik bir süreç içinde oluşturmuştur.
Bu toprakların en sıradan insanı bile, söz ettiğimiz hasletleri sosyal genetiğinde taşıdığı için, en temel insan hakkı olan özgürlük ve bağımsızlık kavramlarına yabancı değildir.
Bu nedenle Türkiye ve Anadolu insanı esir alınamamıştır.
Yokluk, çaresizlik, yoksulluk, afet gibi zorlukları göğüslemek; hayata dirençle sarılmak, düşmemek, birlikte dayanışma içinde var olanı paylaşarak onurlu, başı dik yaşamak için geliştirilen İmece kavramı bu toprakların insanları tarafından yaratılmıştır.
“Düşene vurulmaz” deyişi bu topraklar üzerinde yaşayanların ürettiği bir felsefedir.
“Delikanlı”; düşene yardım eden, başı sıkışana karşılıksız el veren, dayanışma sergileyen, civanmertlik gösteren yiğitlere layık görülen bir sıfat olarak Anadolu’da kavramlaştırılmıştır.
Irkçılık bu topraklarda tohum tutmaz. Bilakis, ırkçılık tehdidine uğrayanlara tarih boyunca Anadolu toprakları ve Anadolu insanı sığınma limanı olmuştur.
Derin Türkiye, işte bu anlattıklarımızın soyutlaştırılarak kavrama dönüştürülmüş somut özüdür.
Derin Türkiye, tarihi boyunca nice pusu ve provokasyonlar görmüştür. Her türlü pusu ya da provokasyonlara karşı şerbetlidir. Bu nedenlerle, başka toplumları alt-üst edebilecek türlü çeşitli manipülasyonlar, Ali Cengiz oyunları, silahlı terör, bu topraklarda kök salıp filiz veremiyor. Bazen ağaç dalları kırılıyor ama fırtınalar ağacın köküne halel getirmiyor. Kök sağlam duruyor. Derinliklere nüfuz etmiş geçmişinden ve sağlam zemininden güç alan ana gövde asla eğilmiyor. Asla da eğilmeyecek..
30. Ağustos’un Gazi Mustafa Kemal’in şahsında direnen ve başkaldıran Anadolu insanı’nca en yalın anlamı; dünyaya ve insanlık alemine verdiği devrimci mesaj ve selam budur.
II. ULUSAL DİYOPTRİ
Dünya üzerinde mutlak anlamda dayatmacı; sözde demokratik, özde anti-demokratik kalıcı toplumsal düzen kurmak isteyen bir Küresel Oligarşik Elit var. Gözlenen olgular, nesnel olarak bu saptamanın yapılmasını zorunlu kılıyor.
Küresel Finans Kapital; Ulus-Devlet’lerin yasama, yürütme, yargı faaliyetlerini sınırlamakta; onları üstten denetleyen, yöneten Devletlerüstü CEO gibi hareket etmektedir. “Dünya insanları” oligarşinin indinde, şirket personeli görünümündeki “özgür köleler” sayılmaktadır. “Dünya” da şirket’leri..
Sistem, en basit anlatımla, hayatın tek amacı olarak yalnızca kar ve üretilen ulusal artık-değerlerin temerküzünü esas almıştır. Doğa, Çevre ve İnsanlık aleminin tümü; çok küçük bir azınlık adına, posası çıkana kadar öğütülerek tüketilecek bir meta’dır. Bu felsefi-stratejik yaklaşım artık net bir şekilde açığa çıkmıştır. Takke düşmüş kel görülmüştür.
Küresel Hegemonya kurabilmek için öncelikli olarak enerji ham madde kaynakları üzerinde bulunan ülkelerin zayıflatılması; ekonomiler üzerinde konjonktüre göre açık ve/veya gizli tahakküm sağlanarak, yaratılan ulusal katma-değerlerin kendi kasalarına depolanması; bu kaynaklardan ancak kendilerine biat eden ulusal işbirlikçi kesimlerin yararlanmasının sağlanması; geride kalan tüm kesimlerinse dışlanarak yoksunlaştırılması ve yoksullaştırılması benimsenmiştir.
Hayat standartları düşürülen toplumsal kesimler arasında ulusal, bölgesel, yerel ölçeklerde etno-kültürel, dinsel, mezhepsel, ırkçı ve şoven kışkırtmalar yoluyla karışıklıklar çıkarılması; ezilen ve sömürülen kesimlerin arasına nifak sokarak küresel sömürüye karşı güçbirliği yapmalarına engel olunması; başka bir deyimle, bölerek yönetmek ve sömürmek tek hedef olarak benimsenmiştir.
Her kim, gerçek ya da tüzel kişi, bu acımasız ve geleneksel tuzağa düşerse; bilsin ki, 21. yüzyıl emperyalizminin günümüzdeki simgesi Küresel Oligarşik Elit’in tetikçisidir ve en aşağılık provokasyonlarına alet oluyor demektir.
Ulus-Devlet’lerin siyasal iktidarları (bilinçli olarak küresel hegemonya için hizmet verenler hariç olmak kaydıyla), bu oyuna alet olmak istemiyorlarsa, bölgelerindeki ve sınırları içindeki tüm olay ve olgulara odaklanmayı, Küresel Oligarşik Elit’in diyoptri ayarına göre değil, kendi ulusal diyoptri ayarlarını yaparak gerçekleştirmelidirler.
Derin Türkiye’nin yanıltmayan diyoptrisi, nice badireden geçmiş deneyimi, güngörmüş hafızası, her türlü belayı savuşturacak birikim, kaynak ve moraliteye haizdir.
Özgüveni bir türlü yok edilemeyen Derin Türkiye’nin altından kalkamayacağı zorluk yoktur. Köklü Tarihimiz bu konuda yüzlerce örnekle doludur.
Türkiye, imparatorluk geçmişi ve dünyada verilen ilk anti-emperyalist kurtuluş savaşı nedeniyle, enerji ham madde yollarındaki ülkeler indinde tarihten gelen bir ağırlığa sahiptir.
Bu konumu, O’na bu mücadelede ideolojik önderlik etme pozisyonunu da açıyor.
Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleri, nicel ve nitel anlamda birbirleriyle dayanışma içine girebilirlerse ve Türkiye bu stratejik oluşumun ideolojik önderliğini yürütebilirse, Küresel Oligarşik Elit’in enerji ham madde alanlarını kuşatma ve “mutlak hegemonya” kurma stratejisi kesinlikle başarısızlığa uğratılacaktır.
Avrasya mihveri ve güçbirliği ( Kuzeyde Kafkasya, doğuda Orta Asya ve güneyde Orta Doğu) hilal görünümünde belirginleşen bir şerit alan olarak, 21. yüzyıl emperyalizminin dolayısıyla Küresel Oligarşik Elit’in yumuşak karnıdır.
Mihveri korumak, sırtı duvara dayamak gibidir. Ya sırtımızdan hançerleneceğiz, ya da biz önce davranıp, emperyalizmin ve Küresel Oligarşik Elit’in yumuşak karnını ikiye ayıracağız. Bunun orta yolu yoktur.
Gazi Mustafa Kemal ve Anadolu insanı işte bunu yaptı.
Direndi, başkaldırdı ve kazandı
20. yüzyıl emperyalizminin güçlerini temsil eden Düvel-i Muazzama’nın yumuşak karnını Mehmetçiğin süngüsüyle ikiye ayırdı.
30. Ağustos Başkumandanlık (Dumlupınar) Meydan Muharebesi’nin statejik tarihi değeri buradadır. Türkiye, topraklarındaki emperyalist saldırıyı yenilgiye uğratarak, emperyalizm ile savaşta “Gazi” olmuştur. Mustafa Kemal’e 1. TBMM tarafından verilen Gazilik payesinin derin anlamı da budur.
Ve, işte 21.yüzyıl emperyalizmine ve onun temsilciliğini yapan Küresel Oligarşik Elit’e karşı yeni bir direnme ve başkaldırı günü, bugündür..
Tıpkı, 26. Ağustos saat 05.30 Afyon-Kocatepe şafağı’nda olduğu gibi..
Destan yazmak ve kazanmak;
Anadolu insanı’nın tarihsel yazgısı sanki..
Çok destanlar yazdık biz..
Destan yazmak koca Homeros’tan bu yana, bu toprakların insanları için çok zor bir şey değil..
Mehmet Cengiz Yılmaz