Sonunda söyleyeceğimi baştan ilan edeyim; 16 Nisan Referandumu meşru değildir, bu sonuçlara saygı duymadığım gibi, yaşadığım sürece tanımayacağım ve bu ahlaksızlıkla mücadele edeceğim.
Dolayısıyla buradan bir çağırı yapıyorum; CHP başta olmak üzere ülkenin bütün muhalefet güçleri, ‘Hayır’ diyen bütün cumhuriyetçiler referandumu meşru saymadığını ve sonuçları tanımadığını açıkça ilan etmelidir. Çünkü dönem formel hukukun değil, siyasetin yasalarının gereçli olduğu bir tarihsel eşiktir. Bu nedenle, “gerilimi düşürme” ya da “demokratik uzlaşma örnekleri verme” gibi saçmalıklar bir yana bırakılmalıdır.
Korkulan oldu; ülkede rejimi değiştiren, bu toplumun 200 yıllık bir tarihsel derinliğe sahip aydınlanma ve modernleşme çizgisinde köklü bir kırılma yaratan, toplumun yönünü yeniden belirleyen referandumunda sonuçlar değiştirildi. Devletle halkın, mazlumlarla zalimlerin, ilericilerle gericiliğin, aydınlanmacılar ile cehaletin, cumhuriyetçilerle şeriatçıların mücadelesinde kazananlar, hile ile mağlup ilan edildi. Pusu kuranlar kanlı kılıçlarını beyaz gömleklerimizde temizlemeye kalkıyorlar. İzin vermeyelim!
Ancak ilan ettikleri bu galibiyet, yenilgiden daha beter nitelikte bir ‘Pirus zaferi’ olmalı ki, ortada ne coşkulu bir kutlama havası ne de bir özgüven var. Tam tersine, toplum daha ertesi sabah bir gerilim ve tedirginlik ortamına uyandı. Ülkenin sonu karanlık bir belirsizlik içine sürüklendiği duygusu, “Evet” diyenler de dahil bütün toplumu sarmış durumda.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, sözüm ona “zafer” konuşmasında, “Kimse sonuçları küçümsemeye ve geçersiz saymaya kalkmasın, onların haberi yok ama atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti” dedi. Allah akşına böyle inançsız, saldırgan ve aldığı sonuçtan tedirgin bir galibiyet konuşması olur mu? Demokratik bir zafer kazanan hiçbir cumhurbaşkanı böyle bir üslupla seçim ya da referandum sonucu değerlendirir mi? Bu bir yenilgi konuşmasıdır.
Ayrıca anımsatalım ki; ülkelerinin ve toplumların kaderini belirleyen böyle tarihsel eşikler, ‘atı bir yolunu bulup alarak Üsküdar’ı geçmekle’ filan değişmez, değiştirilemez. Ne tarihin doğası ne 200 yıllık modernleşme birikimi olan bir ülke ne de halkın aydınlanma vicdanı ve bilinci buna izin vermez.
Dünyanın ve insanlığın bütün birikimini hiçe sayarak en temel ve basit bir hukuk kuralını çiğneyip, oyun/yarış devam ederken kuralı değiştirdiler. Seçim Kurulu mühürlerinin bulunmadığı, bu nedenle ilgili yasalara göre geçersiz sayılması gereken yaklaşık 2 milyon oy gereçli sayıldı. Yaklaşık 3 milyon oya yönelik itiraz sonuçlandırılmadı. Ancak, buna karşın Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, henüz oy sayımı devam ederken ve saatler gece yarısını bulmamışken kameraların karşısına geçip, “Evet” diyenlerin kazandığını ilan etti. Bu bir siyasi rezalettir. Kimse bu rezalete bu ülkenin boyun eğmesini beklememelidir.
Türkiye’nin özgürlükçü güçleriyle diktatörlük heveslilerinin, aydınlanmacılar ile cehaletin temsilcilerinin, cumhuriyetçilerle şeriatçıların, ilericilikle gericiliğin, demokrasi güçleriyle dinci faşistlerin mücadelesinde, hile ve tertiple ikincilerin kazandığı ilan ediliyor. Daha da önemlisi, toplumun ilan edilen bu sonuca saygı duyması gerektiği belirtiliyor.
Hayır! Bu teklif reddedilmelidir. Açıkça, bu hukuk dışı sonucun tanınmayacağı ilan edilmeli ve toplum kendi iradesine sahip çıkmalıdır. Değilse, ülkenin sonu belirsiz bir karanlığa ve felakete sürüklenmesinden sadece “Evet” diyenler değil, bu sonuca itiraz etmeyenler de sorumlu olacaktır.
Gerçek tablo açıktır; bu referandumu “Hayır” cephesi kazandı.
Üstelik devletin bütün ideolojik ve zor aygıtları, iktidarın bütün olanakları sandıktan “Evet” sonucunun çıkarılması için seferber edildiği halde kazandı. Millet devlete karşı bir ‘nefs-i müdafa’ savaşı verdi.
Toplum tehdit edildi, özellikle taşra kentleri ve kasabalarda ahlaksızca şantaj yapıldı. Böyle bir tablo içinde; yüzde bir an 48,6 düzeyindeki oy oranının gerçek ‘Hayır’ seviyesini yansıttığını kabul etsek bile, gerici cephe kaybetmiş demektir.
Bu nedenle, tablo can sıkıcı da olsa, ülkenin ilerici ve özgürlükçü kesimleri şimdilik ve “hukuken” kaybetmiş sayılsa da kimsenin enseyi karartmasın. Hele umutsuzluğa hiç yer yok! Çünkü tartışmalı bir yüzde 51 ile gericilik bu toplumu teslim alamaz. Kimse bu ülkeyi yüzde 51 ile bir ‘Hurma Cumhuriyeti’ne çeviremez!
Referandumdan hile yoluyla “evet” sonucunun çıkarılması için bu kadar büyük bir çaba gösterilmesi, yapılmak istenin işin önemini de ortaya koyuyor. Çünkü, amaçlanan değişim sıradan, herhangi bir siyasal düzenleme değildir. Türkiye’nin 150 yıllık Meclis geleneği ortadan kaldırılacak ve bir mutlakıyet rejimi, mezhepçi faşizan bir diktatörlük kurulacaktır. Bu durum köklü bir tarihsel kırılma demektir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Öyle ki, 100 yıllık siyasal İslamcı özlem gerçekleştirilmek, aydınlanma ve modernleşme yatağı değiştirilmek ve dinmez bir kinle tarihsel rövanş alınmak istenecektir. Bu gerici bir karşı devrimdir.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi; kurulacak diktatörlüğün belirleyici niteliği dincilik ve faşizm olacak. İslamcı referansların belirleyici olduğu bir rejim kurulacak, toplum Ortaçağ değerler dünyasına iade edilmek istenecektir. Belki toplum tarafından içselleştirilen kazanımlar bütünüyle ortadan kaldırılamayacağı için, deyim uygunsa, ülke en iyi olasılıkla ‘Pakistan’ haline getirilecektir. Niyet ve amaç budur.
Buna izin verilmemelidir. Bu halk düşmanı girişimi engelleme gücümüz vardır. En kötü koşullarda alınan ve YSK’nın bile kabul ettiği oranla yüzde 50’ye yakın (48,6) bir toplum kesimi gericiliğe “geçit yok” demiştir. Bu ülkenin üreten, katma değer yaratan, eğitimli, kenti, Türkiye’yi sırtında taşıyan kesimlerinin, emekçilerinin, aydınlarının “hayır” dediği bir rejimi, kimsenin kurmaya gücü yetmeyecektir.
Daha oyun bitmedi, mücüdele sürüyor, bu deli gömleğini bu ülke giymeyecek. Göreceksiniz!
Dönem ayağa kalkma zamanıdır. Haydi!
Merdan Yanardağ
ABC Gazetesi
17 Nisan 2017 Tele-1 TV 18 Dakika Programı.