Yaşın gereği çok zorsun çocuğum… İçinde kaynayan, henüz kendinin de pek keşfedemediğin bir kimyasal formül yüzünden böylesin farkındayım.
Farkındayım ve anlamaya çalışıyorum.
Anlıyorum ve sabırlı davranmaya çalışıyorum.
Sabırlı davranmaya çalışırken aynı zamanda sakin kalmaya da çalışıyorum.
Ama ikimizin de yaşları icabı; tehlikeli akıyor kanımız. Sen 17’sin ve ben 47! Bu senin için ne kadar zor bir dönemse; benim için de o kadar zor bir dönem. Çünkü “ben senden önce başka bir çocuğun annesi olmadım” hiç. Benim de en az senin büyürken yapmaya hakkın olduğu kadar hata yapma, yanlış kararlar alma hakkım var. Ben de anneliği seni büyütürken öğreniyorum! Belki seninle öğrendiğim bu tecrübeleri; senin tecrübesiz olduğun bir dönemde; baba olduğun zaman sana verebileceğim ancak.
Birimiz hayatın hızına uyma yaşında, diğerimiz hayatı kendi yaşına uydurma yıllarında. İkimizde de deli akıyor zaman. İkimizin de kanı koyu kırmızı.. İçimizde bir çılgınlık hali. Birimiz yaşayacakları sebebiyle endişeli, diğeri yaşanmışlıklarıyla gelecekte yapacakları sebebiyle.
Ben sana 10 yıl sonra kavuştum. Çok bekledim ve sana kavuşmak için canımı yakmalarına hiç ses çıkarmadım. Hatta, ne kadar çok canımı yakarlarsa; “sana kavuşma ihtimalimin daha fazla olacağını düşünerek” yapılan her işleme ve eziyete inatla ve inanarak dayandım. Sonunda sana kavuşmak varsa; her şeye dayanırım.
Seni “paranoyaklaşabilecek” annelik evhamlarımdan korumak için; kendi çocuğumdan önce; insanî değerlerle yetiştirilmek üzere bana yollanan Allah’ın emaneti olarak kabullendim. Böyle kabullenince; sana 47 yıllık hayatımın bütün derslerini vermek için belki biraz acele ettim. Ama bunun tek sebebi; hayat derslerini benim gibi zorluklarla alma diyeydi, üstelik bu çabamın yarısından fazlasının boşa olduğunu göreceğim zamanların geleceğini bile bile yaptım bunu.
Biliyorum ki; anne ve babalar ne yaparlarsa yapsınlar; “bildikleri her şeyi çocuklarına” öğretemezler. Hayat buna izin vermez… Çocuklar doğası gereği; bazı şeyleri öğrenmemek, anlamamak, kabullenmemek, dinlememek için ellerinden geleni yaparlar ve bir gün hayat, anne ve babayı sollayarak, eğitimi kendi vermeye başlar. Hayat bana bunu yapmaya başladığında; benim “hayatta tutunacağım” çok az şey vardı. İşte bu sebeple ben önce kendime tutunmayı öğrendim. Yarın için hayal kurmama bile yetecek kadar malzemem yoktu elimde… Ben de yaşamaya gün gün başladım, yaşamak için ayakta kaldım.
Seninle konuşup anlatıyorum; dinlemiyorsun. Oturup yazıyorum; okumuyorsun. Kalbimi kırmak için yaptıklarına ve söylediklerine ben KIRILMIYORUM. Kızıyorum o da; 5 dakika sürüyor… Çok derin nefesler alıyorum, anlayışlı kalabilmek için… Hayatımın en derin nefeslerini alıyorum.
Şimdiki gençlik bizim zamanımızdakilerden farklı, biz de ailelerimizin gençliğinden farklıydık. Sanırım bu çekişme her aile-evlat arasındaki zaman farkında yaşanır.. Ben hiç “ergen” olmadım. Ben “ergen” olacağım yaşta kendimi büyütüyordum. Maddi olarak ailemin her şeyini kaybettiği yıllara denk geldi benim ergenliğim, işte belki bu sebeple ben maddiyete değil; manevi değerlere tutundum. İşte belki bu sebeple seni anlasam da; geride kalıyorum. “Ben senin yaşındayken…..” diye başlayan cümleler kurulurdu bana da; ve ben bundan nefret ederdim. Sen de ediyorsundur tahminimce, biliyorum, haklısın. Ama ben sana kendimden örnekler vermeden, hayattaki örnekleri başka nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Belki senden hakkım olmayan bir olgunluk bekliyorum, üstelik volkan gibi kaynayan hormonların ve 17 yaşında çocukluğa artık sığmayan, ama gençliğe de biraz küçük gelen sorumlulukların ve düşüncelerine rağmen yapıyorum.
Seni anlıyorum, şimdiki hayat maddi varlıklar üzerine kurulu. Sana senin her istediğini yapmıyor, aldırmıyor, sonra da oturup sana inatla hayattaki gerçek anlamın “manevi değerlerden doğduğunu” anlatmaya çalışıyorum. Hem de bunu bildiğim her yöntemle yapıyorum.
Ben bazı annelerden farklı olabilirim. Haklısın! Ben maddi değerlerle değil; manevi değerlerle ve karakterime kattıklarına tutunurum. Zira hayat bana maddi olarak sahip olduklarımın bir gecede kaybedileceğini onüç yaşımda öğretti. Sırtında bir sırt çantası ile; kimsenin evine, kimsenin hayatına sığamayan bir çocuktum. Kendime sığmayı öğrendim. Kendime sarılmayı, kendime tutunmayı, kendimi büyütmeyi. Bunları sen öğrenmek zorunda değilsin. Ama ya; bir gün bunlara ihtiyaç duyacağın durumlar gelirse başına?
Ben çocuk büyüten annelerden değilim, ben “çocuk yetiştirme” derdindeyim. O çocuktan; hayata “iyi insan” yetiştirmek benim amacım. O zaman görevim tamamlanır ancak. Gitme zamanım geldiğinde o zaman seni “gözüm arkada kalmadan” bırakıp gidebilirim ancak. Yarım bırakacağım işlerden korkarım ben en çok. Seni yarım bırakmamak için çalışıyorum, lütfen anla!
Maddi olarak çok şeye sahip olabilirsin, annen – baban, evimiz, arabamız, kendimize ait bir iş yerimiz, üç beş de olsa bir birikimimiz… Bunlar sana kendini güçlü hissettirmesin. Hepsini kaybetmek altı saniyedir. Altıncı saniyede; kurmak için, yapmak için bunca yılımızı verdiğimiz her şeyi kaybettiğimizde; yeniden başlayabilmek için “kendimizde keşfettiklerimiz”dir bizim gerçek gücümüz. Her şeyi kaybettiğin an; yeniden başlamak için neye sahipsin? İşte gerçek varlık budur.
Varlık denilen şey; her şeyi kaybettiğinde sana yeniden VAR olma gücü verenlerdir. Dışarıdan bakılınca görülmez.
Tek bir depreme bakar hayatındaki her şeyi kaybetmek. Deprem illa yer kabuğunun parçalanması değildir. Bazen aileler parçalanır, boşanır, ayrılır. Bazen bir hastalıktır deprem. Yıkar geçer. Bazen erken bir ölümdür deprem. Nereden nasıl geleceğini bilmediğin; bütün hayatını aşağı çekecek bir yıkımdır, bir hayatımızdaki deprem der geçeriz yaşadığımız felaketlere. Bu sebeple ben sana hiçbir depremle yok olmayacak şeyler kazandırmaya çalışıyorum: İyilik, ahlak, merhamet, yardımseverlik, sabır, inanç, cesaret, adalet, vefa, minnet. Bu varlıktır!
Bizim gençliğimizde sahip olmadığımız her şeye senin sahip olman için çok çalışıyoruz. Ama bu arada unuttuğumuz bir şey var; manevi değerler, “hissedilen eksikliklerden” öğrenilir.
Belli ki, ben anlatmakla ve yazmakla, derin nefesler alıp sabretmekle sana bunları öğretmekte yine de yetersiz kalıyorum. Manevi değerler kafasına kaka kaka, sabahtan akşama anlatarak öğretilmez. Kelimeyi öğretirim ama anlamını öğretemem. Onu hayat öğretir!
İşte bu sebepten,
Seni bu yaz, “bunları öğreneceğin” bir okula yollayacağım.
İş hayatına!
Sonrasında; bunları senden çok daha küçük yaşta öğrenmek zorunda kalmış, yetim ve öksüz çocuklar arasına. Kendinle kavganı bitirip, o çocukları mutlu etmeyi başaracağın kadar büyüdüğünü gördüğümde, BENDEN “TAM PUANLA” MEZUN OLACAKSIN.
Buna “hamdım, oldum” denir.
Annen
*
Not : Biliyorum ki; bu yazıyı da “okumaya fazla bulacak” geçen defaki yazının yanına, küçük sandığına koyacaksın… Ve biliyorum ki; bana gerçekten ihtiyaç duyacağın bir zamanda; eline alacaksın ve anlam kazandıracaksın. İşte o gün için yazıyorum: ne yaparsan yap değişmeyecek tek değer var; BENİM SEVGİM.
Dilara Akıncı