İflasın eşiğinde olması sebebiyle son dönemde manşetlerden düşmeyen Yunanistan’ın ekonomik göstergelerini, Türkiye’nin rakamlarıyla karşılaştırmanın, doğru zamanlı bir egzersiz olduğunu ve bu tablodan çıkaracağımız dersler olduğunu düşünüyorum. Tüm değerler yıllık ve Amerikan doları cinsinden, Dünya Bankası kaynaklı son veriler.
Türkiye | Yunanistan | |
Gayri safi milli hasıla | 799,54 milyar $ | 237,59 milyar $ |
Kişi başına düşen gelir | 8.872 | 18.377 |
Satın alma paritesi ile kişi başına düşen gelir | 18.884 | 24.502 |
Enflasyon | %7,2 | %-2,2 |
Devlet borcunun ekonomiye oranı | %33 | %177 |
Ekonominin büyüme hızı | %2,3 | %-0,2 |
İşşizlik oranı | %10,6 | %25,6 |
Dış ticaret dengesi | -81 milyar | -17 milyar |
Dış ticaret açığının ekonomiye oranı | %10,1 | %7.1 |
Özel sektör borcunun ekonomiye oranı | %32 | %45,5 |
Yukarıdaki tablo şunları söylüyor:
1 – Yunanistan’ın öncelikle devlet ve sonra özel sektör borcu, yönetilemez bir seviyeye ulaşmış. Kamunun borç yükü açısından Türkiye daha avantajlı durumda. Öte yandan özel sektör borç yükü Türkiye’de de alarm veriyor.
2 – Yunanistan %25,6 seviyesinde işsizlik ile boğuşurken, kişi başına düşen gelirin 18.4 bin dolar oluşu, bu ülkedeki dengesiz gelir dağılımının, sistemin koruduğu avantajlı ve öncelikli grupların varlığına işaret ediyor. Bu noktada Yunanistan’ın genç işsizlik oranının %50’ye yaklaştığını ve bunun dehşet verici olduğunu da paylaşmakta fayda var. Belli ki kamu borçlarının önemli bir kısmı şişmiş kamu kadrolarına ve emeklilik maaşlarına gidiyor ve bu da kişi başına düşen geliri üretmeden arttırıyor.
Benzer bir yorum Türkiye için de yapılabilir. Yunanistan’ı, cömert sosyal yardımları, işsizlik sigortası, yüksek asgari ücret oranı, yüksek emeklilik maaşları sayesinde, GINI endeksi denen, gelir dağılımı dengesi sıralamasında, Türkiye’den daha iyi bir sırada görüyoruz. Kişi başına düşen geliri satın alma gücü ile baktığımızda fark azalıyor, ve bu açıdan iki ülke birbirine benzer bir tablo sergiliyor. Yunanistan’ın borçlandığı fonları yatırımlar yerine sosyal yardım ve kamu maaşlarına yöneltmesi, kişi başına düşen geliri geçici bir şekilde arttırıyor fakat borcun ödenmesi için gerekli koşulların oluşmasını engelliyor.
3- Yunanistan’ın enflasyon değerinin negatif olması deflasyon anlamına gelir ve bu enflasyondan daha ciddi bir sorun. Bu noktada yapılması gereken likidite yaratarak sistemi rahatlamak, ama buna da Avrupa Topluluğu’nun finansal yapısı izin vermiyor.
Ekonomistler açısından deflasyon, yani mal ve hizmetlerin fiyatlarının düşmesi durumunda yatırımcı ve tüketici, fiyatların düşeceğini beklentisi ile, yatırımları ve harcamaları durdurur, ya da yavaşlatır. Bu da alıcısı olmayan malların fiyatlarının daha da düşmesine sebep olur. Satış ve kar edemeyen iş yerleri kapanır, işsizlik artar ve ekonomi kaygan bir zeminde toparlanması güç bir girdaba kapılır.
Burada eğer sorun likidite darlığı ve talep düşüklüğü ise, çıkış noktası para basmak ve talebi canlandırmaktır. Avrupa Birliği, Yunanistan’a kemer sıkma politikaları zorlayarak bunun tam da tersini yapmakta. Daralmış bir ekonomiyi, daha da daraltmakta.
Avro bölgesinde olmayan bir ülke, mesela İngiltere aynı durumda olsa, likidite arttırarak ekonomisini canlandırma çabasına girebilir. Bunu Yunanistan yapamıyor. Neden? Çünkü para politikaları Avrupa Merkez Bankası’nın elinde. Avro bölgesinin temel sorunu da burada yatıyor. Mali politikalar ülkelerin yönetiminde fakat para politikaları Avrupa Merkez Bankasında. Bu ikircikli yapı, ekonominin ihtiyaç duyduğu manevraları yapmasını imkansızlaştırıyor. Bu konu AB ve Avronun geleceği açısından çok ciddi bir sorun yaratıyor.
4 – Ekonominin büyüme hızı iki ülkede de alarm veriyor. Türkiye için %5 altında her sonuç kötü, çünkü sadece nüfus artışı ile, hiç bir şey yapmasanız ekonomi 3-5% aralığında büyür. Cumhuriyet devri ortalaması %5’in biraz üzerinde. Yunanistan ekonomisi depresyonda, yani hızla daralıyor. 2012’den beri geçen 14 çeyrekte yani üç aylık dönemde, sadece 2014’te ki üç çeyrek büyümüş, diğer 11 çeyrekte daralmış.
5 – Ticaret dengesi, ekonominin büyüklüğüne oranla iki ülke için de aynı derecede sorunlu ve bu veride Türkiye daha kötü durumda. İki ülke de ihraç ettiğinden fazlasını ithal ediyor. Bu sürdürülebilinir mi? Elbette ki hayır. Yıllardır yazılıyor, Türkiye’nin zayıf noktası cari açığıdır diye, bunun kaynağı işte bu gösterge ve yıllardır bu konuda birşey yapılmıyor. Bu açığın finansı her geçen gün zorlaşmakta ve bu da büyümeyi olumsuz etkilemekte.
Bu tablodan Türkiye’nin alacağı dersler elbette ki var. Mesela kamu borç oranı azalırken özel sektör bu farkı kapatıyor. Burada sürdürülemez bir yapı var. İhracat geliri avro cinsinden olan Türkiye’nin dış borç ödemesi dolar cinsinden. Bu da geçtiğimiz sürede doların avro cinsinden değerinin artması ile, ihracat geliri azalan, borç ödemesi artan bir özel sektör profili yarattı ki, bu yönde gidişat hiç iyi değil. Sürdürülemez politikaların ne zaman balon gibi patlayacağı öngörülemez. Türkiye’nin hala vakti var fakat hızla azalıyor. Bu konuda mevcut siyasi iktidar dahi bazen doğruları söylese de ciddi adımlar atılmıyor.
Özetle Türkiye bir an evvel hem kısa vadede dışa bağımlı likitide sorununu aşmak için iç tasarrufu özendirmeli, hem de ticaret dengesini yakalamamızı sağlayacak uzun vadeli yapısal reformları hızlandırmalı. Avrupa Birliği İktisadı üzerine doktora çalışması yapan dostum Bilgehan Baykal’ın da uyardığı gibi “…iç tasarrufun özendirilmesi de tek başına yetmez ve hatta büyümeye zarar verir. Bu tasarrufun yatırıma dönüşmesi için uygun şartlarda mikro-krediler ve KOBİ kredileri piyasaya yeniden akmalı, ve üretime dönüştürülmeli.” Aksi takdirde gidişat borçların hızla büyümesi ve yönetilemez bir seviyeye gelmesiyle Yunan trajedisine dönüşebilir.
Buğra Bakan