Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in blogundan alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en aşağılık, en sahte davaları olan Ergenekon ve Balyoz davalarının düzenleyicileri, uygulayıcıları ve destekçileri aramızda dolaştıkça bu dava bitmemiştir. Midemiz bulanıyor.
İşte blogdan alıntı yazı:
Balyoz davasında sanıkların tümü beraat etti. Mahkeme, sanıkların bir darbe girişiminde bulunduklarına dair inandırıcı bir kanıt olmadığına hükmettiği gibi, Balyoz belgelerinin sahte olduğuna dair kuvvetli şüphe olduğunun altını çizdi ve bu konuda suç duyurusunda bulundu. Neticede olması gereken, beş yıl gecikmiş ise de, oldu.
Şimdi sırada ÖYM’lerde görülmüş Ergenekon, KCK, OdaTV, şike gibi diğer kurgu davalar var. Balyoz’un yeniden yargılama sürecinde savcı ve mahkeme heyetinde gözlediğimiz hukuk ilkelerine bağlılığı benzer diğer davalarda da göreceğimizi ümit ediyoruz.
Mahkeme sonuçlandı, ama Balyoz sureci bitti diyemeyiz. Baransu’nun bavulundan çıkan meşhur 11 ve 17 no.lu CD’leri üretenler, Gölcük’te döşeme altındaki kullanımdan kalkmış hard disk’e dosyaları ekleyenler, Hakan Büyük’ün evine flash bellek yerleştirenler ve onlara bilerek yardım edenler ortaya çıkarılıp, yargılanıp, cezalandırılmadan Balyoz süreci tamamlanmayacak.
Bu süreçte Türkiye’nin bugüne kadar yaşadıklarını kısaca özetleyelim. Demokrasi ve insan hakları safında olduğunu iddia eden Taraf adında bir gazete, kendilerine servis edilen canice planlar içeren ve ilk günden şüpheyle bakmaları gereken darbe belgelerini günlerce manşet yaptılar; belgelerin Balyoz darbesiyle ilgili olanlarının tamamı dijital ve imzasız olduğu halde, bunları defalarca “altında XX’in imzası olan” şeklinde yansıtmaktan çekinmediler. Ardından, hükümet yanlısı gazeteler, TV kanalları, ve İnternet siteleri, bu belgelerde adı geçen subaylar hakkında acımasız bir linç kampanyası yürüttüler. Başbakan Erdoğan ve AKP’nin önemli isimleri Balyoz darbe iddialarını doğrular yönde açıklamalar yaparak bu kampanyaya destek oldular.
Ülkenin Emniyet birimleri, belgelerin sahte olduğuna işaret eden tüm olguları hasır altı etti. Ülkenin seçkin bilimsel kuruluşu TÜBİTAK kasıtlı olarak yanıltıcı bir bilirkişi raporu hazırladı. Savcılar ifadesine dahi başvurmadıkları bir Kara Kuvvetleri komutanını iddianamede Balyoz darbesini önleyen kişi yapıverdiler (ki “darbeden vazgeçilmiş” değil “darbe önlenmiş” olsun). Aynı savcılar, dijital belgelerdeki çelişkileri bariz kılan yazışmaları adli emanate sakladılar, iddianameye ‘belgelerde çelişki yoktur’ yazdılar. Sözde bir mahkemenin yapmacık heyeti, savunmanın ısrarlı taleplerine rağmen ne kendisi bir bilirkişi raporu istetti, ne de Balyoz darbesini önlediği iddia edilen kişiyi mahkemeye çağırmayı kabul etti. Yargıtay’ın 9. dairesi ise mahkumiyet kararlarını onaylayarak alt mahkemenin hukuksuzluklarını katladı.
Ve bu ülkenin sözde aydınları, liberalleri, insan hakları ve adalet savunucuları… Ahmet Altan’dan Hasan Cemal’ine, Nazlı Ilıcak’tan Cengiz Çandar’ına, Etyen Mahçupyan’tan Ali Bayramoğlu’na kadar bu zümre, Balyoz’un gerçekliğini hararetle savundu, gözleri önünde gerçeklesen hukuk cinayetini ufak tefek aksaklıklar şeklinde geçiştirdi. (Bu ve diğer yazarların dava surecinde akil tutulması örneklerine balyozdavasivegercekler.com sitesinde isimlerini aramakla erişebilirsiniz.) Cemaat medyası çok daha ileri giderek sanıklar aleyhine sayısız yalanlar üretti ve yaydı.
Ta ki Erdoğan ile cemaat kavgaya tutuşana kadar. Özel Yetkili Mahkemelerin yürüttüğü Ergenekon ve Balyoz gibi davalar artık Erdoğan’ı pek ilgilendirmiyordu; zira TSK sonunda önemli ölçüde kendi kontrolüne geçmişti. Öte yandan Erdoğan’ın eski ortağına karşı hamlesi cemaatin yargı içinde gücünü önemli ölçüde düşürdü. Bu da önce Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz’da hak ihlali kararı vermesini mümkün kildi, sonra da ÖYM’ler yerine geçen 4. Anadolu ACM’nin beraat kararını.
Balyoz davasını savunan yarı-aydınlar şimdi bu davayı kaçırılmış bir fırsat olarak görüyorlar. İlk yargılamada bazı hak ihlalleri yapılmamış olsa, “tek-tük” sahte belgeler kullanılmamış olsa, Balyoz ve benzeri davalar TSK’yi topyekün tafsiye etmek için kullanılmamış olsa “gerçek darbeciler” cezalandırılıp, Türkiye’nin darbeci geleneğiyle yüzleşilebilirdi onlara kalsa. Cımbızladıkları seminer konuşmalarını, bu konuşmaların nasıl bir jenerik senaryo üzerinden yapıldığını atlayıp, “seminerde söylenenler yeter” deyiveriyorlar. Bu yarı-aydınlar bu davaların istedikleri sonucu vermemesinin sorumlularından birinin kendileri olduğunun pek farkında değiller. Hararetle destekledikleri ve sahte belgeler üzerine inşa edilmiş darbe davalarından sonra yargının askeri vesayetle ciddi bir şekilde hesaplaşmasının imkânsızlaşacağı olayın en başından belliydi. Tam beş sene önce biz bunu açık bir şekilde Radikal gazetesinde ifade etmiştik.
Bu sözde aydınlar bizi fazla ilgilendirmiyor artık. Doğrusunu söylemesek gerekirse bir ara onları önemsiyorduk, zira aynı değerleri ve öncelikleri paylaştığımızı sanıyorduk. Yadsınamayacak veri ve kanıtlar karşısında görüşlerini değiştirebileceklerini düşünüyorduk. Şahsi hayal kırıklığımız bir yana, Türkiye’de siyasi liberalizmin adını kötüye çıkaran bu yazar-çizer takımının öngörüsüzlüğü, zihin darlığı artık herkese malum olmuş durumda. Onları kendi Balyoz fantezileri ve hayalleri ile başbaşa bırakıyoruz artık.
Keza dava boyunca sahtekarlaralar çetesine hizmet eden Mehmet Baransu, Emre Uslu, Önder Aytaç gibi isimler de bizi fazla ilgilendirmiyor. Sahte belge üretenlerle bilerek işbirliği yaptıkları ispat edilmediği sürece yerlerinin hapishane değil gazeteciler çöplüğü olduğunu düşünüyoruz.
Bu noktadan sonra önemli olan Balyoz, Ergenekon ve benzer davalarda sahte belge üretip yerleştiren çeteyi ve işbirlikçilerini ortaya çıkarmaktır. Ve de bunu AKP hükümetinin “paralel devlet”e karşı başlattığı kanıt-safsata ayrımı gözetmeyen siyasi yaylım ateşi ile değil, hukuk çerçevesi içerisinde yapmak.
Açıkça yazalım: Balyoz ve benzer davalar sürecinde Gülen cemaatinin ve özellikle medyasının rolü artık çok açık. Balyoz belgelerini üreten çetenin Gülen cemaatine yakınlıkları ile bilinen Emniyet görevlileri ve savcılarla — en hafif tabiriyle — doğrudan ilişkilerinin olduğunu, bu çetenin cemaatin parçası olmasa dahi (ki olması çok mümkün görünüyor) en azından cemaatin desteği sayesinde işini görebildiğini açıkça söyleyebiliriz. Bu iddiamızın soyut varsayımlar değil, somut kanıtlara dayandığını daha evvel uzunca anlatmış, bu kanıtları detaylandırmıştık; burada tekrarlamayacağız.
Ama suç bireyseldir ve cezalandırma sorumlu şahısları (ve isledikleri spesifik suçları) teker teker açığa çıkarmayı gerektirir. “Hizmet gönüllülerini” topyekün hedef almak, sırf ordu geçmişte darbe yaptı diye TSK’nin tüm personelini bu darbelerden sorumlu tutmaya benzer.
Neyse ki elimizde bizi asıl çeteye götürecek yeterli bulgular ve ipuçları var. Bazılarını sıralayalım.
Mehmet Baransu’nun kendisine bavulu veren şahsı tanımadığı iddiası doğru olsa bile yakın arkadaşı Tuncay Opçin’in bu işin içinde olduğu artık aşikâr. Taraf ‘in eski Balyoz ekibinden (ve sonrasında kendini kullanışlı aptal ilan eden) Yıldıray Oğur ’un anlattıklarına göre bavulun içinden çıkan belgelerdeki çelişkiler ilk ortaya çıktığında bu çelişkileri “izah etmek” Opçin’e düşmüş. Oğur’in savcılık ifadesine gore:
“20.01.2010 tarhinde Balyoz darbesi ile ilgili yaptığımız haberde Türkiye Gençlik Birliği (TGB)’nin ismi de geçmişti. TGB, Taraf’ta yayınladığımız bu haber nedeniyle bir açıklama yaparak, derneklerinin 2007 yılında kurulduğunu bu nedenle 2003 yılında oluşturulan Balyoz Darbe Planında yer alamayacağını bildirmişti. Bu açıklamanın üzerine gazetede Balyoz darbe planları ile ilgili derin şüpheler oluştu. Haberin doğruluğundan biz de şüphelenince gazeteden Mehmet Baransu aranarak bu konuda ne diyeceği sorulmuştu. Aynı gün Tuncay Opçin gazetenin altında bulunan kafeteryaya geldi. Opçin, benimle konuşarak bana bir CD verdi ve haberde geçen TGB’nin aslında Türkiye Gençlik Birliği Derneği olduğunu söyleyerek haberin doğruluğunu savundu.”
(Bu ifade pek güvenilir bir kaynak olmayan Star gazetesinde yayımlandı, ancak Oğur tarafından doğrulandığına göre gerçek olduğunu varsayabiliriz.)
Balyoz belgelerinin gerçekliğine dair şüpheler oluşmaya başladığı ilk andan itibaren Opcin’in bu belgeleri savunmak için kendini ortaya atması yeteri kadar anlamlı. Opçin’in Oğur’a TGB ile ilgili anlattıkları da Opçin’in olaydaki sorumluluğunu ortaya serer mahiyette. Opçin’e göre, darbecilerin Word belgesinde kastettiği 2006’da kurulan ulusalcı TGB degil, 1997’de kurulan yogacı–çiçekçi–böcekçi gençlik derneği idi. Belgeleri hazırlayan cevaplamış gibi! Sahtekârlığın merkezinde olmayan – ya da çeteyle yakın ilişkisi olmayan birinin – bu mantıksız savla kendini ortaya atması bize pek olası gelmiyor.
Opçin’i bir kenara bırakalım. Emre Uslu’nun sahteciliği örtbas etmek için vaktinde ileri sürdüğü bazı savları bizi çeteye doğrudan götürecek örnekler olarak sunabiliriz. Balyoz belgelerindeki çelişkiler bolca ortaya çıktığı günlerde Uslu ortaya bomba gibi bir iddia atmıştı: 11 ve 17 no.lu CD’lerdeki “el yazıları” dönemin 1. Ordu harekat başkanı Süha Tanyeri’ne aitti! Bu yazıların Tanyeri’nin el yazısına benzediği açıktı, ama gelin görün ki bu benzerlik şimdiye kadar kimsenin gözüne çarpmamıştı — CD’leri inceleyen Emniyet görevlilerinin dahi. (Bu yazıların sahte olduğu, Tanyeri’nin not defterinden makine ile harflerin tek tek kopyalanarak oluşturulduğu sonradan ortaya çıkacaktı.) Bu “benzerliği” gerçekte Emre Uslu’nun keşfetmediği, yazısındaki yalan-yanlış bilgilerden bariz. Emre Uslu’ya bu malzemeyi sunanın sahtekarları en azından yakından tanıdığını söyleyebiliriz.
Keza, elimizde Gölcük’ten çıkan 5 no.lu hard diskin üzerinde bulunan ve sanıklara ait olmadığı tespit edilen, ancak kime ait olduğu doğru dürüst araştırılmamış parmak izleri var. Belgelerdeki tüm çelişkileri örtbas eden, gerçekleri çarpıtan raporlar düzenleyen Emniyet görevlileri var. Kasıtlı olarak yanıltıcı rapor verecek olan TÜBİTAK bilirkişilerini elleriyle seçen, sahtecilik emarelerini ortaya çıkaran yazışmaları adli emanate gömen savcılar var. Ve tabii ya çetenin elemanı oldukları için ya da çetenin şantajı altında kaldıkları için bilirkişi incelemesi yaptırmayı ve tanık dinlemeyi reddederek suçsuz insanları mahkum eden hakim cüppesi giymiş suçlular var.
Sonuç olarak suç isleyenleri ve cezalandırılması gerekenleri bulmak o kadar zor değil. Ancak AKP hükümetinin bu konuda ciddi bir soruşturma yapacağı da çok şüpheli. Doğrudan çeteyle işbirliği yapmış olmasalar da, AKP’nin ileri gelenlerinin bu suçlara göz yumduğu, dolayısıyla büyük bir sorumluluk asidiği yadsınamaz bir gerçek. AKP’nin cemaat tarafından kandırıldığı ancak çocukların inanacağı cinsten bir masal. Birimizin (Dani) Balyoz’daki sahtecilikleri vaktinde dönemin Dışişleri Bakanı ve şimdiki Başbakan Davutoğlu’na özel bir toplantıda detaylı şekilde şahsen anlattığını bu bağlamda not edelim.
Balyoz davası Türkiye’de rejimin değişmesini sağladı, ama demokrasi getirmedi. Askeri vesayeti sonlandırmanın amacı insan haklarına, hukuka ve diğer demokratik ilkelere daha saygılı bir siyasi düzen kurmak idiyse bunun gerçekleşmediği ortada. Balyoz gibi kurgu bir davadan iyi bir şey çıkabileceği sanısı, amaç uğruna her türlü aracı mübah görenlerin yanılgısı idi.
Balyoz, çok çok bazı şeyleri daha kolay görmemizi sağladı. Bırakın darbe yapmaya, Genelkurmay eski başkanına kadar en yüksek rütbeli subaylarının hapse atılmasına doğru dürüst cevap verememiş bir TSK’nin artık 2010’larda sanıldığı kadar güçlü olmadığını gösterdi. Ülkeyi demokratikleştirme vaatleriyle seçilmiş AKP hükümetinin tek ve esas amacının kendi gücünü pekiştirmek olduğunu gösterdi. Kendini bir gönüllüler hareketi olarak gösteren Gülen cemaatinin her türlü kirli çamaşırlarını ortaya çıkardı. Ve tabii ülkenin aydınlarının önemli bölümünün acınası durumunu gözler önüne serdi.
Pınar Doğan ve Dani Rodrik
2 Nisan 2015
http://balyozdavasivegercekler.com/