Kafamda Türkiye ile ilgili çözemediğim bir din konusu var. Neden toplumumuzun en yumuşak karnı bu? Neden sömürülmeye bu kadar açık? Bu kadar acıdan sonra birbirine kenetlenip, canını dişine takmış ve yeni bir ulus kurmayı başarmış bir millet, din konusunda neden bu kadar kırılgan ve istismara açık? .. Açıkta kalan, atlanan nokta ne? Atatürk tartışmasız büyük bir lider zekasına ve karizmasına sahip. Dünyanın bugün bile şapka çıkardığı bir lider. Bunları bir yana koyuyorum. Düşünmeye devam ediyorum…
Osmanlı İmparatorluğundan umutlar kesilince kurulan Yeni Türkiye yüzünü Batıya dönmüş ve Yakın Doğu İslam coğrafyasından kendisini yalıtmış. Gelişme stratejisini bu kurgu üzerine şekillendirmiş. Çağdaşlaşma, kalkınma adına toplumun bağlı olduğu tarihi ilişkiler, uygarlık değerlerinden sıyrılma pahasına , seçilen strateji yürütülmüş. Seçilen bu strateji de “laiklik ” kavramı ile ifade edilmiş.
Acaba bu kavramın toplumun kafasına tam olarak oturmaması mı sorundu? Başka biçimde bir ifade mi gerekiyordu din konusunda halkı daha az sömürülür hale getirebilmek için (herzaman bir miktar sömürülecek insan kalacaktır)? Seçilen stratejinin uygulamasında mı farklı davranmak gerekiyordu? …
Sanırım burada biraz “laiklik” konusunu düşünmek gerek. Tarihe baktığımızda aslında bu kavramın Doğu ve Batı toplumlarında aynı anlamda algılanmasının pek de mümkün olmadığını görüyoruz.
Batının tarihine bakarsak, ortaçağda feodalizm denen ikili bir otorite savaşının kaynağını görüyoruz. Kimdir bu ikili savaşın tarafları; dinsel (kilise) otorite ve krallık (aristokrasi) otoritesi . Bu ikili ayrım iktidar arasındaki ilişkilerde olduğu kadar toplumsal ilişkilerde de sorunlara neden olmakta. Kısaca clericus-laicus kavramı, yani bir ayrım söz konusu. Ayrımın amacı dinsel otoriteyi temsil eden papalık ile dünyevi otoriteyi temsil eden aristokrasinin bağımsız olarak, birbirlerinin işlerine karışmadan varlıklarını sürdürmeleri. Buradan hareketle diyebiliriz ki, Batı’nın laiklik savaşı kralın “Laicus” sınıfını yani kilise karşıtılarını da yanına alarak kiliseya karşı verdiği iktidar savaşı.
19.yy da burjuvazi iktidarı ele geçirmiş ve toplumu kendi politikalarına uygun olarak yeniden örgütlemiş. Yeni yapıda, kilise ve aristokrasinin ayrıcalıkları ortadan kaldırılmış. İşte , Batı’nın laiklik anlayışının geri planında bunlar var. Uzun bir tarihi geçmiş, yaşanmışlıklar… Arkasından gelen aydınlanma, rönesans, reform, sanayi devrimi, endüstri devrimi…
Şimdi Doğu uygarlıkları ve Osmanlı-Türk toplumuna gelirsek: Burada feodaliteden söz etmek doğru olmaz… Hatta belki de tam tersi bir durum geçerli. Doğu-İslam uygarlıklarında çağlar boyunca din kurumu hep devletin emrinde olmuş. Devletin dışında ona karşı hiç güç oluşturmamış. Bu nedenle de İslam toplumlarında siyasal anlamda bağımsız bir güç oluşturan ruhban sınıfı yok. Aynı durum Türk toplum tarihi içinde geçerli. Türk tarihinde devletten bağımsız ve kendi siyasetini güden bir din bürokrasisi hiç yok.
Gelelim Cumhuriyete. Cumhuriyet kurulduktan sonra laiklik ilkesi rejimin temel ve vaz geçilmez bir unsuru olmuş. Toplum için planlanan batılılaşma- çağdaşlaşma tasarımının temelini oluşturmuş. Ancak bu konu her dönemde devletin yönetmekte en çok zorlandığı konulardan biri olarak da kalmış. Hatta şu bile denebilir, tek parti dönemi de dahil olmak üzere hep kaynayan bir kazanın konusuymuş ” laiklik”… Buraya kadar geldiğimiz yola dönüp bakarsak, hep İslamiyetin “modernizmin parametreleri ” ile uyumlu olduğunu gösteme çabası içinde olmuşuz.
Sonunda 2000 li yıllara geldiğimizde görüyoruz ki artık için için kaynayan laiklik kazanı, kaynama noktasına gelmiştir. Ülkesel birliklerini tamamlayıp, artık bölgesel güçler oluşturma aşamasına gelen meşhur Batının da destekleriyle iktidara oturan AKP, iyi kurgulanmış bir strateji ile İslamı kamusal alanda görünür hale getirmeye başlamıştır. Artık din yine Türkiye’de politikanın aleti olarak kullanıma girmiştir…
12 yıldır iktidarda olan akp hükümetinin yaptığı büyük iç ve dış politika hatalarına karşın hala destekleyicilerinin olması, “laiklik ” konusunda ülkenin aydınlarının, bilim insanlarının daha fazla kafa yorması gerektiğinin mesajını vermekte…
Ülkeleri bir organizma gibi düşünürsek, organizmaya uygun yöntemlerle değişimin planlanması ve gerçekleştirilmesi ulusun devamlılığı için çok önemli. Batı merkezci, küreselci yaklaşımlara bağlı kalarak; ülkenin, toplumun geleneklerine, çıkarlarına ve beklentilerine uymayan politikalarla devam etmek bizi AKP gibi ülkeyi çıkarları için kullanan “kafalara” mahkum ediyor.
Nur Kılınç