Dinlerle ilgili tüm çekişmelerin nedenini Abraam/İbrahim’e bağlarım.
Tevrat’da anlatıldığı şekilde ; Urfa’dan kalkıp yürüyerek Mısır’a kadar gitmiş. Tanrı ile görüşmeleri sonucu; O’nunla anlaşmasının mührü olarak kabilesinde bulunan tüm erkekleri sünnet etmiş, Mısır’da, bir tevatüre göre karısı Sara’yı Firavun’a hediye etmiş ve Firavun da teşekkür olarak Hacer’i ona sunmuş. Bu arada Tanrı ; Sara’nın bir erkek çocuğu olacağını müjdelemiş ama, o çocuğu belirli bir yaşta kendisine kurban etmesini istemiş.
Sonuç; Sara büyük bir fedakarlık göstererek Hacer’le birlikte olmasını kabul etmiş veeee o ünlü İsmail doğmuş. Gel gör ki kadınlık hisleri ağır bastığından kıskançlık krizi sonucu Hacer’i çocuğu ile kovmuş. Sonra mucize gerçekleşmiş ve Sara da bir erkek çocuk doğurmuş Isaac.
Bu karmaşık ilişkiler sonunda ise; İsmail’in soyundan Filistinliler ve Isaac’ın soyundan da İsrailliler oluşmuş. Bugün kıran kırana birtbirlerini büyük iştahla öldüren iki millet aslında iki kardeşin çocukları, yani kuzenler. Ama bunu hiç bir zaman kabul edemiyorlar. Nedeni de gayet basit; Tevrat’ı Babil sürgünü sırasında kaleme alan bir grup israillinin, iki kardeş hikayesini kullanarak milletler arasına nifak sokma işleminin başlangıcıdır.
Tevrat’ı okuduğunuzda göze çarpan başlıca olaylardan biri seks (Sodom ve Gomorrah gibi), Adem ve Havva hikayesinden başlayarak kadına güvensizlik ve hakir görme, (hatta musevilerin anaerkil geleneğe sahip olmaları bile bununla bağlantılı ; kadının güvenilmez olması nedeniyle çocuğunun babasını bir tek o bilir mantığı), cezalandırma, cinayet, Tanrı’nın affedici olmadığı v.s.
Bir takım akıl mantık dışı olaylardan sonra Musa’nın doğuşuna gelinir. Yine bir vahşet, yine korku salma, yine israillilerin acınası durumu, diğer milletin acımasızlığı. Bu arada bazı bilgilere göre Mısirlılar esir kullanmazlarmış. Musa saraylarda el bebek gül bebek yetiştiriliyor ve ansızın bir işciyi öldürüyor ve kaçmak zorunda kalıyor. Saraylı olduğuna göre işciyi öldürmesinin üstü örtülebilir, ama o zaman hikaye istenildiği gibi ilerleyemez. Ve bir zaman sonra, esir olan, baskı altında fakirlikten kırılan halkına ; « mal varlığınızı toplayın sizi vaadedilen topraklara götüreceğim diyebiliyor. Çölü geçmeleri sırasında Sina dağına çıkıyor, uzun süre kalması halkı tedirgin ediyor ve her nasılsa o fakir halk yanlarında getirdikleri altınları eritip bir put yapıyor. Dağdan indiğinde ise elinde 10 emir var.
O 10 emir ki aslında tüm dinlerin temel taşı.
40 yıl boyu çölde dolaşan halk sonunda vaadedilen topraklara varıyor ve tabii yine savaş, yine yoketme.
Musevilik bu tür şartlar, kanunlar, korkutmalar ve emirlerle şekillenip devam ediyor. Kudüs’de Kral David öncelikle Goliath’la savaşıyor ve kafasını kesiyor. Krallığını ilan ettiğinde ise kendisine bağlı Hititli Urie’nin karısı Bethsabée’ye göz dikiyor ve onu elde edebilmek için Urie’yi tehlikeli bir göreve gönderip ölmesine neden oluyor. Süleyman/Salomon Bethsabée ile olan ilişkisinden doğuyor. Bu arada, David/Davud’un 11 ayrı kadından 11 çocuğu olmasını da belirtmek gerek.
Süleyman/Salomon da sütten çıkma ak kaşık değil aslında…
İsa’nın gelişine kadar savaşlar, vahşet, katliam bol miktarda anlatılıyor.
Ve Romalıların Kudüsü işgali. Yine bir falcının bildirdiğine inanan bir kral, yine erkek çocukların yok edilmesi, yine kaçış ve İsa’nın dünyaya gelmesi… Kehanet gerçekleşmiş, musevilerin kralı her şeye karşın dünyaya gelmiştir.
İsa bir musevi olarak doğdu, bir musevi erkek çocuğun evrelerinden geçti ; sünnet, bar mitzvah… 12 yaşından 32 yaşına kadar nerede olduğu, ne yaptığı bilinmez (kimi kaynaklar o süre zarfında Hindistan’da Budizm’i öğrendiğıni belirtir).
32 yaşında, musevi dininde oluşan yanlışlıkları, olumsuzlukları değiştirmek istemesiyle de anlaşmazlıklar başlar. Kadınlara değer vermesi, vahşeti bir şekilde kabullenmemesi (günahkar bir kadınının taşlanarak « recm » öldürülmesini « hiç günahı olmayan ilk taşı atsın » diyerek engellemesi) ibadethanelerde ticareti yasaklaması v.b.
Sonuç : musevi din adamlarının hoşuna gitmeyen yeni inançların başlaması İsa’nın çarmıha gerilmesine kadar varır.
İsa’nın değiştirerek öğretmek istediği din, barış ve sevgi üzerine kuruluydu.
Kısaca dinde bir reform yapılması taraftarıydı. Dolayısıyla hristiyanlık museviliğin reform’lu halidir.
Bu arada ilginç bir durum daha var. Musevilere göre Allah, « İsrail ‘in Allah’ı », İslam’a göre « Allah’ın dini İslamdır ». Hristiyanlar ise Allah’ın üç halini öne çıkarmışlar ; « Baba, oğul ve kutsal ruh » aslında (tabii ki bana göre) Baba Allah, Oğul Allah’ın yeryüzündeki elçisi veya temsilcisi, Kutsal ruh ise Allah’ın ruhu ki İsa’da vücut buluyor. Kısaca, üçünün birleşmesi tek Allah’ı belirtiyor.
Tabii din adamları zaman içinde işlerine geldiği gibi değiştirmeler yaptılar, bağnazlık, cehalet, kötülük, vahşet, işkence Engizisyonla kendini gösterdi ve tüm bunlar ne yazık ki din adına yapıldı. Zamanla hristiyanlar biraz daha sakinleştiler ama o sıralarda da yeni bir reformcu Martin Luther belirdi. İncili Almancaya çevirdi ve gerçek anlamını açıkladı. Bu kez de katolikler protestanlara karşı bir savaş başlattılar. En büyük vahşet ise St.Berthelemy olayı olarak tarihe geçti. Denilir ki Seine nehri kırmızı akmış…
Kısaca hristiyanlar da sütten çıkma ak kaşık değiller. Vatikan’da bazı gerçeklerin sakıncalı olabilirliği düşüncesiyle saklandığı tahmin ediliyor.
Zaman içinde cehalet azalıp, insanların düşünme kabiliyetleri yerli yerine oturduğunda ise bağnazlıklar, hurafeler, körü körüne söylenene inanmalar bitmiş din ve dünyevi işler birbirinden bağımsız hale gelmiştir.
İslam ise, Tevrat’ın dedikleri üzerine bazı değişikliklerle kurulmuştur. Tevrat’da söylenilen : kadınların değersiz ve güvenilmez olduğu, örtünmeleri gereği, erkeklerin egemen olması, savaş, düşmanlık, insan ayırt etmek, seks ve onun uğruna kabul edilemez uygulamalar, içki yasağı, domuz eti yenmemesi, hristiyanları dinsiz kabul etme v.b. gibi.
Dinler tarihinde, Adem ve Havva’dan başlayarak insanoğlunun hainlik, vahşet, aldatma, kıskançlık gibi duyguları yoğun olarak anlatılır.
Her ne kadar hristiyanlığın ilk amacı barış ve sevgi idiyse de, din adamları kendi amaçları ve inanışları doğrultusunda değişiklikler yaparak hedefini değiştirmişlerdir.
İslam kelimesi « slm » harflerinden oluşmuş, asıl anlamının ise « soumission/biat etmek » olduğu gerçeğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.
Bu üç semavi dinin temeli, Tevrat’ı Babil sürgünü süresinde yazan kişiler tarafından atılmıştır. Anlatılan hoş diyemiyeceğimiz, daha ziyade korku salan bir masal olarak kalabilseydi belki de dünya bugün huzur içinde yaşıyor olabilecekti.
Budizm semavi din olarak kabul edilmez ama, bana göre sevgiyi, barışı, huzuru en doğru şekilde anlatan ve uygulayan din ve/veya felsefedir.
Sevgi ve barış bizlerle olsun !
Sylvia Karmen