Hemen ekleyeyim:
Bizim de değil.
Birbirimize (“alışarak” diyemiyorum artık) “katlanarak” yaşamak zorunda olduğumuz bu ülke, hepimizin…
Ve siz -tahammül sınırlarını zorlayarak- bu gökkuşağının üstüne, kendi siyah takımınızı giydirme konusunda kararlı görünüyorsunuz.
“Gerekirse evlere müdahale ederiz” çıkışınız, bu ülkenin tarihine “bardağın taştığı nokta” olarak kaydedilmeye adaydır. Şakşakçılarınız, ellerini en görünür şekilde çırpma hararetinde fazla gürültü yaptığı için ne söylediğinizi tam işitememiş olabilir. Ama “Vallahi öyle demek istemedi” diye düzeltme telaşına düşen bakanlarınız, ateşle oynadığınızı fark etti.
Ama siz, o koltukta fazla oturmanın getirdiği “Dedimse dedim” böbürlenmenizle, sadece onları hiçleştirmekle kalmadınız, kendinizi de onlardan ayırdınız.
Şimdi fark etmeseniz de aslında bu intihar dalışında yalnızsınız.
***
Ne yalan söyleyeyim; panik halinde imdat kolunu çeken dalkavuklara aldırmadan, duvara bodoslama koşan tavrınızı seviyorum ve destekliyorum aslında…
Takıyyeden iyi böylesi…
Bağnaz kitleleri yanınıza çekme uğruna, “Devleti yatak odalarına kadar sokan adam” namını üstlenmeye hazır görünüyorsunuz. O zaman bir itirafta bulunayım:
Öğrenciyken (ve kimi arkadaşımız polis takibindeyken) kızlı erkekli aynı evde kaldık biz…
Yani sizin gözünüzde suçluyuz.
Ne var ki halimizden memnunuz.
Hayatımıza karışma hakkını ana babamıza vermemişiz; size mi vereceğiz?
28 Şubat’ta Aczmendi liderinin evini basan askere karşı çıkmışız, aynı kafayla kapımıza dayanan size mi çıkmayacağız?
Değil siz, her köşe başına diktiğiniz polisiniz, “Fuhuş yapıyorlar” diye bıyık buran vekiliniz, talimatınızla bekâr evlerine dalmaya hazır valiniz, ihbarcılığa sevk ettiğiniz “Fazilet Teyze”leriniz, dedikoduyla harekete geçecek ahlak zabıtalarınız gelse, yaşam tarzımıza karışamaz.
Hem bir şey tavsiye edeyim:
O cam kenarında fısıldaşan dedikoduculara da çok güvenmeyin.
Bir gün tebdili kıyafetle aralarına karışıp sizin için ne dedikodular yaptıklarını duysanız dudağınız uçuklar.
***
Ana babaların “Devlet nerede” diye feryat ettiğini söylüyorsunuz ya; bizim için tersine:
Biz çocuklarımızı sizin ve devletin elinden nasıl kurtaracağımızı düşünerek feryat ediyoruz.
Sizin “muhafazakâr demokrat” olduğunu söylediğiniz, aslında ne muhafazakâr ne de demokrat olan o otoriter kimliğinizle derdimiz…
“Hukuk”un yerine “günah”ı koyan, dindar bir nesil hayalinizle…
Oy oranınızın, size hayatlarımızı zapturapt altına alma hakkı verdiğini sanıyorsunuz; tarih kitaplarının dehşetle hatırladığı, öncülünüz olan diğer despotik liderler gibi…
Yanılıyorsunuz.
Yanıldığınızı Gezi Parkı söyledi size…
“Bize karışma” diye uyardı.
Anlamadınız.
Çevrenizde “Mesajı aldık” diyenlere de, -tıpkı şimdiki gibi- lafını yutturdunuz.
Fırça yeme korkusuyla size iniş için alçalmaya başladığınızı söyleyemeyen yandaşlarınıza kanmayın.
Geçen yaz ne yaşandığını bir daha sorgulayın.
Özeti şuydu:
Çok sıkarsanız, bu toplum patlar.
***
Kısacası Sayın Başbakan; istediğiniz kadar tehdit savurun, bizi sokmaya çalıştığınız o daracık kara elbiseye sığmayacağız. Devlet diye keyfimize kâhya aramıyoruz biz, sizin tabirinizle “hizmetimize garson” istiyoruz.
Gerekirse yaşam tarzımızı, (kızlı erkekli) hayatımız pahasına savunuruz.
Sonunda bu ülkede, -tıpkı Gezi’deki gibi- türbanlısı mini eteklisi, dövmelisi seccadiyelisi, namaz kılanı, içki içeniyle her rengin yan yana durduğu, birbirine saygı duyduğu, kardeşçe bir yaşam kuracağız.
Size rağmen…
Can Dündar
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/7207/Bu_Ulke_Sizin_Degil_Sayin_Basbakan_.html#