1980’li yıllarda Turgut ÖZAL, askeri yönetimin hiç istememesine rağmen partisini kurup seçimi kazanmıştı. Rakibi, adaşı Turgut SUNALP’di. Her iki Turgut’un çapları farklı olduğundan ÖZAL ipi göğüslemeyi başarmıştı. Devlet Planlama Teşkilatındaki engin deneyimi, birikimi ve İTÜ Elektrik Fakültesi eğitimi ile direksiyona geçen ÖZAL ülkeye gerçekten önemli değerler kattı bana göre. Muhafazakâr değerlerini arka planda tutup üretime, ülkenin küresel anlamda ön plana çıkmasına özen gösterdi.
Bakanlarından birisi de Ekrem PAKDEMİRLİ’ydi. Bir toplantıda “Binlerce yıl geçse de biz insanların aklı evrenin sırrının çözülmesine yetmeyecek” demişti. Rasyonel düşünen birisi olan PAKDEMİRLİ’yi yıllarca düşündüm. Bu denli akılcı birisinin neden teslim olduğunu da anlamakta zorluk çektim. Teslimiyet ölüm anında olmalıydı bana göre. Son ana kadar bilinmeyeni anlamak için çabalamalıydı insan. Hesap verirken, “Yaratılanları kavramak için çok çaba sarf ettim, elimden geleni yaptım” demeliydi.
Doğada her şey, büyük ve hayranlık duyulacak bir sistemin parçası olarak yaşamını sürdürüyor. Her şeyi matematiksel olarak ifade etmek mümkün. Zaten matematik de bu anlamda var. Okullarda nefret edilen bir ders olduğu için değil, yaratılanı keşfetmek için var. Her olayı çok bilinmeyenli fonksiyonlarla tanımlamak mümkün. En basitinden y=x diyoruz ya. Olayları matematiksel olarak ifade ederek akılcı düşünmeye rasyonel düşünmeye başlıyoruz. Rasyonel düşündüğümüzde duygusallığı, ön yargıları, egoları, kompleksleri bir tarafa atıyoruz ve en doğru çözümlere, doğru hedeflere ulaşıyoruz.
Olayları matematiksel tanımladıktan sonra, fonksiyonları bilinmeyenleri içerecek şekilde oluşturduktan sonra işlerin gelişimi hakkında, geleceği hakkında karar verecek yolları da oluşturuyoruz.
Fonksiyonun birinci türevini alıyoruz. İlgili işin, olayın değişim grafiğini çıkartıyoruz. Daha fiilen yaşamadan nereye ve hangi eğimle gideceğimizi buluyoruz. Entegralini alıyoruz ve değişimin hacmini buluyoruz. Bakıyoruz ki değişimin eğimi, yani yokuş bizim kapasitemizi aşıyor, hacmi altında da eziliyoruz. O işi yapmaktan vaz geçiyoruz.
Fonksiyonun ikinci türevini alıyoruz, minimum ve maksimum noktalarını belirliyoruz. Yani, örneğin başarırsak hangi zirveye çıkacağımız, başaramazsak hangi çukura gömüleceğimizi, üstümüze ne hacimde toprak döküleceğini anlıyoruz. Bazen yüreklenip koşuyoruz, bilimsel doğrultuda adımlar atıyoruz, bazen de batacağımız durumu hesaplayıp işi yapmamak için politika geliştiriyoruz.
Matematiksel düşünmek çok önemli. Binanın hangi şiddetteki depreme dayanıklı olduğunu, hangi şiddetteki depremde çökeceğini hesapladığımız zaman içinde rahat uyuyabiliyoruz. “Yaratan yardım eder” düşüncesi ile yatıp göçük altında kaldığımız zaman “ben herhalde çok günah işledim farkına varmadan” diye ağlamıyoruz.
Her ne kadar evrenin sırlarını tümü ile çözemeyeceksek de evrenin matematiğini tanımlayıp, bilimi geliştirip umutla yolumuza devam etmemizin önemli olduğunu düşünmek gerekiyor. Akılcı olmak çok önemli, rasyonel düşünmek çok önemli.
İstanbul Teknik Üniversitesinde Elektronik Mühendisliği okurken matematikten gına geldiği zamanlar olmuştu. Boykotların başladığı ikinci sınıfın sonlarına kadar ortalamam >8’di. Hele ilk yıl 9’u tutturmuştum. Neyse ki kafayı sıyırmadan 1980 öncesi olaylar başladı da Fourier Serisi’ne açılım falan derken Bakırköy’lük olmaktan kurtulmuştum.
Elektrik Mühendisliğinde her işi bir matematiksel fonksiyonla tanımlıyor olmaktan gerçekten çok etkilenmiştim. Yıllar geçti, kafamda sadece ikinci türevin ana hatları kaldı. Yani işlerin sonucunda gelinebilecek minimum ve maksimum durumlar. Yani, ne kadar batabilirim ya da hangi zirveye çıkabilirim.
Tabii ki birinci türeve göre eğimi hesabedip hep yukarıya çıkmaya çalışıp batmadım. Yani ikinci türevdeki maksimum noktaları hesapladım.
Örneğin; boğazın fay hattına köprüler, tüneller yapıp da “yabancılar deprem bombası atacaklar, bizi batıracaklar” falan gibi cahil cühela muhabbetlerine hiç girmedim. Fay hattına köprü yapmamaya çalıştım. Yani kumar oynamadım.
Ancak cahiller de çok başarılı olabiliyorlar. Ne fay hattı biliyorlar, ne matematik, ne türev falan.. Battıkları zaman suçu atacak bir şeyleri de buluyorlar, örgütler falan var, onları kıskananlar var…
Bazen onlar geçici de olsa çok kazanabiliyorlar. Ancak annemin dediği gibi “çekirge bir atlar, iki atlar..”. Rasyonel düşünmeyenler, altyapıyı adam gibi kurmayanlar bir gün mutlaka batarlar.
Bu akşam çalışmam gerekiyordu. Zorlanınca bildiklerimi yazmak daha kolayıma gitti de bunları yazdım. Ancak gece uzun, işleri bitirmek zorunlu, öğrenmem gerekenleri öğrenmezsem birinci türevin eğimi negatif çıkar ve kaybederim.
Batı uygarlığı Rönesans ve Reformla birkaç yüz yıl önce bağnazlıktan kurtulmuş ve matematiksel, bilimsel düşünce ile Dünyanın ipini eline almış. Bizim de aynı doğrultuya girmemiz çok önemli.
Mehmet Kurtoğlu
Resimde: Yıl 1964. Annem Nimet ÇALAPALA’nın matematik kitabından bana problem çözdürüyor. Benim surat beş karış… Matematik öğrenmek kolay değil.