Perşembenin gelişinin Çarşambadan belli olması gibi “Cuma”nın nasıl geleceği de belliydi ve onun hemen ertesi olan Yılbaşı gecesine yönelik bir hutbe illa ki servis edilecekti Diyanet’ten… Öyle de oldu. Yıllardır giderek yaşam biçimimiz üzerinde bir manevi baskı aygıtına dönüşmüş “din-ü devlet” kurumu, önüne gelenin, cübbesini giyenin, sakalını sıvazlayanın, hatta zeybek oynayan çoluk-çocuğun “Noel Baba”yı vur abalıya çevirdiği bir ortamda bu sene de topa girmeden duramadı.
Elbette “Ulema-yı Rüsûm”un ne sokaktaki hayta gibi hareket etmesi, ne de Noel’le Yılbaşını mezcetme cehaleti gösteren karikatür sûfiler gibi ağzına geleni söylemesi beklenirdi. O yüzden gayet nüanslı şekilde, “Ehl-i Kitab”ı (Hristiyan’ı, Musevi’yi) incitmemeye özen gösteren ama bir parça da “çaresizlik” aksettiren bir hutbe çıkmış ortaya. Şöyle:
“Unutmayalım ki ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayri meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür! Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi üzücüdür.”
***
Dikkat edin, hutbe aslında bize “dinen” pek bir şey söylemiyor. Yılbaşı kutlamasının “haram”, “günah”, “fısk” ya da “mekruh” olduğunu açık seçik telaffuz edebilen bir “enerji” yok ortada…
Çünkü “teolojik” uzmanlık kadar sosyolojik ve antropolojik aşinalık sahibi de olan Reislik makamı biliyor ki Yılbaşının ne Noel’le ilgisi vardır;
Ne de hutbede sıralanan insani zafiyetler (kendini ve yaratılış gayesini unutmak, emek harcamadan zengin olma arzusu, kumar, piyango, vd.) sadece, tek başına, başlı başına Yılbaşına özgü ve özdeş sayılabilir.
O yüzden sertlikten uzak, gayet esnek ve de dini olmaktan ziyade “dünyevî” bir terminoloji üzerinden yılbaşı kutlamasına karşı caydırıcı etkide bulunuluyor. Başka kültürlere, başka diyarlara ait, değerlerimizle örtüşmeyen bir eğlencenin düşündürücü, üzücü, gayrı-meşru olduğundan, mümine yakışmadığından dem vurularak…
Belki de Diyanet, tüm dünyanın güneş takvimine göre yeni bir yıla geçiş yaptığı günün insani-evrensel önemini kabul etse de (çünkü hutbede “bir yılın sonu”, “yeni bir yılın ilk saatleri” deniyor) kaba-saba bir “bizmerkezciliği” (etnosantrizm) İslâm’la özdeştiren cahil kitlesel tepkiye teslim oluyor. Giderek yayılan yabancı (Batı) düşmanlığının (Noel Baba’yı hacamat etmek gibi) bayağı ve komik dışavurumlarıyla kendisi üzerinde de oluşan tazyiki böyle karşılamaya çalışıyor.
O yüzden “değerlerimizle örtüşmeyen, başka kültürlere, diyarlara ait eğlenceler” lafı ediliyor.
***
Peki, “değerleriniz” nelerdir acaba? Başka kültürlere değil de size, sizin “öz” kültürünüze ait olanlar nelerdir?..
Bu köşede bir önceki yazımızda bıraktığımız yerden başlayarak soralım: Nevruz mu size ait? Hıdrellez mi size ait? Karagöz mü size ait? Mevlit mi size ait? Tasavvuf mu size ait? Tespih mi size ait? Sünnet mi size ait? “Amin” sözcüğü mü size ait? Aşure mi size ait? Baklava mı size ait? Çay mı size ait? Kahve mi size ait?..
Bunların hepsine dair ve hiçbirinin “siz”e (“Siz” her ne iseniz artık) ait olmadığını, bir kısmının ortaklaşıldığını, bir kısmının ise başka kültürlerden alınıp içselleştirildiğini işaret eden verileri sıralasam, gazetenin sayfaları yetmez. Öyle, çünkü hiçbir kültür yoktan var olmaz, varken de yok olmaz; kültürler birbiriyle etkileşir, birbirlerinden öge, değer, inanç, davranış alışverişinde bulunur, sentezlenir, melezleşir ve süreklilik içinde değişme geçirerek yollarına devam ederler.
Yine de çarpıcı ve sarsıcı olacağı kanaatiyle, gün 24 saat telaffuz ettiğimiz “Amin” üzerine şu notu düşelim:
“Eski Ahit’te 13, Yeni Ahit’te 119 yerde geçen ve Kuran’da bulunmayan amin sözcüğünün kökeni Eski Mısır’da İÖ 2500 yıllarında ‘gizlenen, gizli olan’ anlamına gelen ‘amun’ sözcüğüdür. Eski Mısır’da tanrıların kralı Amun’du. (…) Sami dillerinde doğru, güvenilir, emin anlamlarında ‘emn’ kökünden sözcüklerin akrabası kabul edilen amin sözcüğünü Yahudiler benimsemiş ve vaazlar sonunda cemaat tarafından kullanılmıştır. Üç semavi dinin ortak sözcüklerindendir” (Kudret Emiroğlu, “Gündelik Hayatımızın Tarihi”, 2002, s. 56-57).
Hadi bakalım, sıkıysa “Amin” için de başka kültürlere, diyarlara, kavimlere ait bir “değer”i benimsemekten, bunun ne kadar düşündürücü, üzücü, gayrı-meşru olduğundan bahsedin de görelim!
Gariban “Noel Baba” ile uğraşmak kolay tabii…
***
Din bezirganlığının, simsarlığının, düzenbazlığının, kısacası “dinbaz”lığın son bulduğu, dinin tek kişilik siyasete malzeme değil, sahip olduğu “müsamaha” ruhu ile çoğulculuğa ve toplumsal barışa maya yapılabildiği bir gelecek umuduyla hepinizin yeni yılını kutluyor…
Ve 2017’nin özgürlüklerinden yoksun bırakılmış arkadaşlarımızla (“İçerde” değil dışarda) buluşacağımız bir yıl olmasını diliyorum!
Amin!..
(Bu yazı kanlı Reina saldırısı geçekleşmeden önce yazılmıştır)
Tayfun Atay
www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/653728/Yeni_yiliniz_mubarek_olsun__Amin_…html