1 Alkış Borcumu Ödemeye Geldim

Alkış Borcumu Ödemeye Geldim

0

Acıdan çıkan kaç harf vardır desem; bilir misiniz? Belki sizin canınız yandığında farklı harfler çıkıyordur hayata… Benden, bunca yazı ve kitaba rağmen iki harf çıkar her defasında: AH… Topu topu iki harftir bu çığlık… AH derim AH…. Sonra inanmayacaksınız ama susarım… Susuyorsam; içimde çok şey vardır anlatacak ve yazılacak demektir… Çok şey vardır da; bir tek AH kelimesi, hepsine vurgun yedirmiş de susturmuştur dilimi, yüreğimi…. Kalemimi… Sustuysam; içten içe, içimden içimden ve de en derinden, en dibimden bir acı vardır… Ondan sesim çıkmadığında beni arayıp “hayır” sorarlar…Hayırdır? Hayırdır?

Cenazelerde hissedilen genelde hep gidenin bu dünyadaki ilk yokluk hissidir… Boşluğudur.. Kapladığı yerde bıraktığı boşluk hissi. Gariptir ki; ben ilk defa bir gidenin ardından yokluğunu değil; etrafımı çepeçevre saran VARLIĞINI hissettim. Varlığı her yerdeydi; gitmemiş gibi değil; GİTMEYECEKMİŞ GİBİ.

***

Yer; Arnavutköy Yazlık Sineması. Dilara; 6 yaşında. Yaniiii; tam 40 sene önce. Gişede babam ücreti öderken; parmaklarımın ucunda yükselip sesleniyorum.. Gişedeki görevli sadece sesini duyabildiği çocuğu görmek için ayağa kalkıyor… “Ne dedin anlamadım?”

“Kimler paylaşıyor?”

Sırada bizimle birlikte bekleyen herkes gülüyor… Ben kızıyorum… “Kimler paylaşıyor? Tarık Akan var mı?”

Benim her hafta başı değişen ve ailemin sinema keyfini rutin hale getirdiği o günlerde Arnavutköy’de beni maskot etti Tarık Akan.… Gişeci uzun zaman beni uzaktan gördüğünde; şöyle seslenmeye başladı: – Gel, gel bak, Tarık Akan paylaşıyor.

Filmlerinde onunla birlikte oynayan her artisti istisnasız kıskanırdım. Belki biraz Filiz Akın’a müsamaha gösteriyordum, o kadar. Mahalleden en yakın arkadaşımla beraber; adını macera koyduğumuz; senaryo ve kurgusunu, repliklerini oynarken yaşayıp; canlandırdığımız, ana ve karşımızdakinin durumuna göre değişiklikler yaptığımız bir oyundu bu. Kendimize beğendiğimiz karakterlerin görüntülerini seçiyor, önceden kısaca anlattığımız bir senaryoya uyarak oynamaya başlıyorduk… Kendi filmimizi. Alain Delon, Farah Fawcett, Harrison Ford, Lorenzo Lamas, Jacklin Smith, Filiz Akın, Tarık Akan… Ama benim en değişmez çiftim daima Filiz Akın ve Tarık Akan. Ben Filiz Akın olurdum, hayalimde benimle aynı senaryoyu paylaşan kahraman da Tarık Akan olurdu istinasız… Cüneyt Arkın olmak isteyen hiçbir çocukla ben oynamazdım. Benim kahramanım 46 yaşıma gelene kadar hiç değişmedi.. Şimdi kalbimi bir yokluyorum da; yine de değişmeyecek galiba. O günlerde, o küçük yaşlarda bu oyunu ilk oynayan iki kız çocuğundan biri yıllar sonra büyüdü ve Sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan oldu, diğeri de bendeniz.

***

Yer; Taş Mektep. Dilara 35 yaşında. O artık bir Konuk Yazar.

Yayınevi arayıp da bana söyleşi ve imza günü için bir okula gitmemi rica ettiklerinde; okulun yerini sordum. Bakırköy dediler. “Ben o kadar uzağa gidemem dedim”Çengelköy-Bakırköy… Ölürüm ben o yolda…

Bin dereden su getirdiğimi hatırlıyorum. Sonunda Yayıncım, Tarık Akan’ın okulu dedi ve bende dünya değişti. “Aaaa ben giderim sorun değil, kaçta orada olayım?”

Tarık Akan denildiğinde bende akan bütün deli nehirler durur, çocukluğumdan beri. Sevdiğim ilk esmer yeşil gözlü adam babamdı, ikincisi Tarık Akan… Nereye çağırsalar giderim. Bugün bile bu böyledir. Yeter ki; çağırsınlar!

O hafta yayınevim Altın Kitapların benden başka 3-4 yazarını daha misafir etmişler. Hepsini Tarık bey bizzat karşılamış. Ben gittiğimde okul müdürü ile tanıştım. Beni tam konferans salonuna götürmek üzere odadan çıktık ki; büyük taş merdivenlerden yukarı üçer basamak atlayarak koşan efsaneyi gördüm. Başka bir kadın görse bu durumu eminim ki; nefesi yarım kalırdı.. Ben, nefes bile almadım… Tarık Akan bana doğru koşuyordu daha ne olsun..

Koşarak yanıma geldi ve aramızda şu konuşma geçti:

-Hocam kusura bakmayın, size yetişemedim. (Aman Allahım Tarık Akan bana hocam dediiiii…… kime anlatsam inanmaz… yemin etsem inanmazlar)

Gülümsedim… Zaten yerdeki taşların arasında su olup eriyip gitmişim… Ben onun belini biraz geçen boyumla, öylece dikiliyorum karşısında ve o benden bana yetişemediği için özür diliyor….

– Ben sizi tam 35 yıldır bekliyordum Tarık bey, ne yapsanız zaten yetişemezdiniz dedim.

Karşılıklı güldük o güzelim koridorlarda. Sonra öğrencileriyle söyleşimizi dinledi ve beni alkışladı…

(Sanıyorum tam burada bir ara vereceğim yazmaya…. Çünkü; 3 gündür nerede olduğunu merak ettiğim gözyaşlarımın artık nerede olduğunu biliyorum. Ortaya çıktılar….)

***

Dünkü cenaze töreninde içimden içimden konuştuk onunla. Bugün buraya size olan “alkış” borcumu ödemeye geldim. Çok birikmişti. Ve sizi bir çok sevdiğimi uğurladığım o güzel yolculuğa uğurlarken; ardınızdan ağlamıyorum… Tek yaptığım; bunca yıldır içimde biriktirdiğim bütün alkışları size geri vermek. Ağlamak için değil; alkışlamak için geldim ben. Tıpkı çocukluğumda kırık tahta iskemlelerin üzerine çıkarak; SON yazısına baka baka her filmin sonunda yaptığım gibi.

Alkış borcumu ödemeye geldim ben dedim. Yazımın adı bu olacak dediğimde; etrafımdakiler bana “bu ifade doğru olmaz galiba çünkü şimdiye kadar sanki onu hiç alkışlamamışsın gibi anlaşılır” dediler. Şaşırarak baktım. Peki siz şimdiye kadar Tarık Akanı nerede alkışladınız dedim. Onlar daha çok şaşırdı. Hiçbir yerde dediler, kendilerine de şaşırarak..

O halde şimdi burada bütün borcunuzu ödeyin. Ona yollayabileceğimiz en büyük dua; onu alkışlamaktır.

Ayağa kalkın ve avuçlarınız patlayıncaya kadar kimsenin istediği renge boyanmayan, onurlu, dik duruşlu, esnemeyen, köstemeyen, gevşemeyen, tükenmeyen bu adamı alkışlayın… Bin kere helal olsun.

Tıpkı benim bu yazıdaki son noktayı koyduktan sonra, bir kez daha, bir kez daha ve sonra bir kez daha yapacağım gibi.

Hayat güzel ve gerçekçi bir film…

Kimler paylaşıyor?

Tarık Akan var mı?

VAR.

 

Dilara Akıncı

 

yorum

Yorumlar kapalı.