12 senedir her şeyi bildiğini söyleyen, fakat işin kötüsü hiçbir şey bilmediğini bile bilmeyen tek adam faşizmi altında yönetiliyoruz.
İlk zamanlar o konuştukça, Türkiye gerçeklerini, Türk Tarihini, Ekonomiyi, Dış Politikayı iyi bilen bilim insanları ve uzmanlar önce şaşkınlık içine düştüler.
“Bu neler söylüyor böyle, yeni bir tez mi geliştirdi? Okuduklarımızı, bildiklerimizi bir daha gözden geçirelim, son yayınlara bir daha bakalım” dediler.”
Sonradan anlaşıldı ki, adam hiçbir şeyi üstünkörü de olsa incelememiş.
Tecrübe kötü, birikim sıfır, danışma ve öğrenme arzusu hiç yok. Niye?
Çünkü adam “Biz Her şeyi Biliriz” hastalığına yakalanmış.
Anayasa’yı en iyi o bilir, ama sadece işine gelenleri!
İleride Yüce Divanda yargılanırken, Anayasa’nın ne olduğunu, Anayasa İhlal suçunun ne kadar büyük bir suç olduğunu anlayacak ama iş işten geçmiş olacak.
1994 Yerel seçimleri öncesi, DYP’ de Yerel Yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı idim. DYP’ye katılmak isteyen bir ilçe Belediye Başkanı ile görüşmek için ziyaretine gitmiştim. Başkanla konuşurken, adamın dengesiz davranışları dikkatimi çekti. Kendisine sordum;
“Başkan, kanunla aran nasıl, Belediyecilik konusunda senin veya ekibinin hukuki yardıma ihtiyacınız varsa, sana uzmanları göndereyim” dedim.
Başkan, eline aldığı Kur-an – Kerim’i sallayarak, “Benim tek kitabım bu, başka kitap tanımam. Bundan başka da kanuna uymam” dedi. Başkan’a pozitif hukuku-hukuk devletini-yasal sorumluluklarını anlatmaya çalıştım ama adamın anlamaya niyeti yok.
Esnafla konuşup adamın partiye kaydolma talebini reddettim ve Ankara’ya döndüm. Bir müddet sonra Belediye’yi teftişe giden müfettişler hazırladıkları raporları Savcılığa sevk ettiler ve Başkan yıllarca cezaevinde kaldı.
Birkaç sene sonra yolum yine o ilçeye düşünce, onu ziyaret ettim. Eski Başkan cezaevinin ağası olmuş. Kumar oynatmak-haraç almak onda, uyuşturucu satmak onda, vurmak-kırmak da onda.
“Ne oldu Başkan, hani sen Kuran-ı Kerim’den başka bir kitaba inanmazdın?
Kur-an’ da bunlar mı yazıyor? Diye sorduğumda, hiç unutmadığım bir cevap verdi;
“Ben bittim abi, kitapların yerini karıştırmışım. Başkanken, kanun kitaplarını hiçe saydım, buraya düştüm. Burada Kur-an’ a daha fazla sarılıp onun yolundan gidecekken, tamamen terk ettim. Şimdi hem bu dünyamı, hem de öteki dünyamı kaybettim. Allah kimseyi bana benzetmesin…”
Bizimkinin de durumu aynen böyle olacak.
12 senelik tek adam yönetimine baktığımda bende derin iz bırakan olayların başında;
İslam Dinini kullanarak, hırsızlık-yolsuzluk yapanları, rüşvet alanları hep yakınında, yanıbaşında tutması gelir. Kibrinin esiri olmuş, namus-ahlak anlayışını kendine göre yorumlayan, “Hırsız benimki ise suçsuzdur” diyebilen, hakkında kalpazanlık dâhil yüz kızartıcı çok sayıda dosyası bulunan, milletin kendisine emanet ettiği “Devlet Gücünü” sopa olarak kullanmaktan çekinmeyen, kendi çocuklarını bile avantaya alıştıran, helali unutmuş haram havuzlarında yüzen, iki dünyasını da kaybetmiş bir Türk düşmanının sonu acınılacak-ibretlik bir son olacaktır. Aynen yukarıdaki Başkan gibi.
Şimdi bu kişi Cumhurbaşkanlığına aday. Bu Yüce makamı, yargılanmaktan kaçıp kurtulunacak bir sığınak olarak görüyor. Son beyanında yine saçmalamaya devam ediyor. Diyor ki;
“İki taraf var. Biri Devlet, diğeri Millet. Ben Milletin tarafında olacağım!”
Türkiye’de bu sözü söyleyebilecek ve sistemin içine ettiğinin farkında olamayan tek kişi vardır, ikincisini bulamazsınız.
Cumhurbaşkanı seçilecek kişi mevcut anayasaya göre yemin edecek ve yürürlükteki anayasaya göre görev yapacaktır. Anayasamızın 104 maddesi aynen şöyledir;
“Cumhurbaşkanı DEVLETİN BAŞIDIR. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir…”
Peki, şimdi ne yapacağız? Anayasa diyor, “Gidelim Mersin’e”, bizimki diyor “Gidelim Tersine!”
Ya Anayasayı yırtıp atacağız ve rejimin adı sultanlık-krallık-diktatörlük olacak, ya da henüz nereye talip olduğunu, kendisinin uymak zorunda olduğu yasaları bilmeyen bir tarih cahilini yırtıp atacağız.
Yani seçmeyeceğiz. Üçüncü bir yol şimdilik yok…
Yazıyı tamamlarken bizimki televizyonda bas-bas bağırıyordu;
“Biz biliriz, biz biliriz, en iyi biz biliriz, her şeyi biz biliriz” diye.
O sırada yoldan geçmekte olan emekli Salih Bey, “Nah bilirsin, hiç bi b.k bildiğin yok. Bilsen biz böyle sürünür müydük? Sen ancak kendi cebini bilirsin” diye çılgınca bağırıyordu…
Sağlık ve başarı dileklerimle
12 Temmuz 2014
Rifat Serdaroğlu