Bu yazı, Ermeni Sorunsalı adındaki bir yazı dizisinin parçasıdır. Daha önce yayımlanan yazıları okumak için yukarıdaki ana menüden DOSYALAR ve ERMENİ SORUNSALI başlığını seçiniz veya https://turkiye.net/dosyalar/ermeni-sorunsali/ linkine tıklayınız. |
Birinci bölüm, birinci yazı:
(Baltalimanı’ndan eski komşularımız Aram, Şake, Nadya, Arto ile eski iş arkadaşlarım Norayr, Hrant, Kirkor, Vartanuş ve Vayk’a, içtenlik ve sevgilerle…)
PROLOG
Bakın 6-7 Eylül olaylarını yaşamış ve canlı görgü tanığı olduğumu öncelikle belirteyim de sonra demedi demeyin. Ben öyle dindar, geleneklere bağlı, milliyetçi falan filan biri değilimdir. Taassup, muhafazakarlık gibi dinsel ve siyasal dayatmalardan da hoşlanmam, bu tür tutumları da hoş görmem. Küçüklüğümden beri bizim millete, Araplara ve çoraplara da pek sempati duyduğum söylenemez. Ama bu vatansever olmadığım anlamına gelmez. Atatürk bu milleti adam etmek için çok uğraştı, ama onlar sonunda yine kendi taassuplarına, bağalarına, karanlıklarına gömülmeyi tercih ettiler. Kendi düşen ağlamaz ve anca gidersiniz derim.
İmdi, ben nedense dünyada sayıca az olan Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Çerkez, İskoç, Korsikalı, İrlandalı gibi öbeklere sevecenlik duymuş ve Avrupa kültürüne kendimi yakın hissetmişimdir. Hala da öyleyim ve öyle olacağım. Benim naturam bu!
Kendimi bildim bileli radyolarda yayılan aygın baygın ezgileri, çocuk kulağımla, hep ihtiyar, içi geçmiş, ağlamaklı kadınların söylediği şarkılar, müzik enstrümanlarını da çangıl çungul birbirine çarpan teneke parçaları olarak algılamışımdır. Neyse ki sonra bu algım Modern Folk, Ezginin Günlüğü gibi grupların ortaya çıkmasıyla değişti.
Galatasaray Lisesinde okurken Fransa’ya 1969 yıllında ilk gittiğimde kendimi sanki vatanıma gelmiş gibi hissetim: Hiç yabancılık çekmedim, hiçbir şeyi yadırgamadım. Benim aldığım eğitim ve kültür zaten böyle bir ülkede yaşamam içindi: Kendi ülkemi sevdiğim halde, neden kendi ülkemde kendimi dışlanmış, bir yabancı gibi hissettiğimi o zaman anladım!
Paris’te esen bambaşka bir rüzgar vardı. O rüzgarın adı özgürlüktü! İstanbul, ya da, Türkiye’de hiç bir zaman esmemiş, esmeyen ve esmeyecek olan bir rüzgardı o. Orada bambaşka bir hava vardı: Bu rüzgar ve hava Paris’in sokaklarından, kaldırım kenarlarında akan sulardan, metronun kokusundan, kafelerinden, filtresiz Gitanes’ın sert dumanından, Quartier Latin’in dinamizminden ve Sacré Cœur ‘ün merdivenlerinden Eiffel kulesinin en tepesine kadar, her yerde vardı! Bu rüzgarın adı “hoşgörü” idi…
İmdi, sayın okur, eğer buraya kadar yazdıklarım seni rahatsız ettiyse zaten bundan sonra yazının devamını okumaya zahmet etmene sanırım gerek kalmadı. Vaktini boşa harcama: ya milli ve manevi değerlerimiz diye geviş getirerek hamaset takılmayı sürdür, ya da günde beş vakit yat kalka talim et. Bunları yaparsan bu ülkede sırtın yere gelmez.
Nietzsche çekiçle felsefe yaptığını söylüyordu. Ben ise iğne ve çuvaldız kullanıyorum: Çuvaldızı beynimize, iğneyi de yüreğimize saplayarak. Bu acıya katlanabileceksen yazımı okumaya devam edebilirsin.
TARİH BİLİNCİMİZ
Lisedeki unutulmayan tarih hocamız “Kaz Hilmi” den öğrendiğimize göre biz Türkler Anayurt Orta Asya’da kuraklık başlayınca Anadolu’ya göç etmiştik. Osmanlıyı kurmuş, yedi cihana egemen olmuş ve asla yenilmemiştik! I. Dünya Savaşında Almanya ve diğer ülkeler yenilince düşmanlar Osmanlı’yı da yenik sayılmıştı! Sonra da Moskof ile savaşıp kahpe (!) Yunanı denize dökmüştük!
Tarih dersi kitaplarımızda Yunan’ı denize döktüğümüzden (!) bol bol söz edilir, ama, nedendir bilinmez, ayrılıkçı Kürt, Ermeni vs. isyanlarından, Tehcirden, Osmanlı-Ermenistan ve Türkiye-Ermenistan savaşlarından hiç söz edilmezdi! Bu büyük savsaklamanın ardından günün birinde karşımıza birdenbire “Ermeni Soykırımı” diye bir sorun çıkınca şallak mallak olmamız işte bundandır!
Öncelikle şunu belirteyim: 2000li yıllara kadar her sıradan yurttaş gibi ben de Ermenilerin soykırıma uğradığına inanıyordum. Çünkü ülkenin geçmiş sicili 6-7 Eylül ve benzeri olaylar yüzünden pek parlak değildi.
Ancak, 2001 yılından itibaren ne zaman ki Ermeni Soykırımının inkar edilmesini engelleyip engellememek Avrupa’da tartışılmaya başlandı, işte o zaman içimde yavaş yavaş bir kuşku oluşmaya başladı.
16 Aralık 2003 yılında, İsviçre’nin Ermeni soykırımını kabul edip, arkasından soykırımı inkar edenlere hapis ve para cezası getiren bir yasayı yürürlüğe koyması bu konudaki Kartezyen kuşkularımı gittikçe arttırdı: İmdi, eğer gerçekten soykırım olduysa bunu inkar edenlere neden ceza verilmesi gerekiyordu ki? O zaman dünyanın yuvarlak olduğunu veya aya gidildiğini inkar eden insanlara da mı ceza verilmeliydi? Bu işte bir bit yeniği, bir tutarsızlık, mantıksızlık vardı.
İşte bu nedenle -tarih dersinden bütünlemeye kalmış ve o dersten nefret etmiş biri olmama rağmen- tüm bu olan biteni, hiçbir dinsel veya siyasal önyargıya dayanmadan, özenle araştırmaya karar verdim. Ulaştığım sonuçlar şaşırtıcıydı ve görünen sadece buzdağının su üstündeki kısmıydı. Ve bu beni öfkelendirdi.
Söz konusu araştırma 3 ana bölümden oluşmakta olup birinci bölüm, sorunsalın tarihsel gelişimi ve olguları üzerinde odaklanmaktadır. Bunu yaparken, aynı zamanda olayları çizgisel bir sıralama içinde I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı görüngesinden vermeye çalıştım. İkinci bölümde soykırım savı düşünsel, siyasal ve uluslararası hukuk açısından irdelenmekte, İnkar Yasasına, Uluslararası Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarına değinilmektedir. Son bölüm ise Ermenistan – Türkiye ilişkileri ve Ermenistan’ın misyon ve vizyonunun çözümlenmesiyle ilgilidir.
GİRİŞ
Her şeyden önce Ermenilerin Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma girişimleri XIX. yüzyıla kadar uzanır. Bu olgu, 1870’lerden itibaren de facto bir sorun haline gelmeye başlamış ve Osmanlı devletinde çeşitli yerlerde etnik isyanlar ve karışıklar çıkmıştır.
Osmanlı’daki Müslüman [1] halkta özellikle Alevi ve Hristiyanlara karşı bireysel ve toplumsal düzlemde gözlemlenen, hoşgörüsüzlük, önyargı, kıskançlık ve içsel nefretten kaynaklanan bastırılmış bir linç ve recm geleneğinin örtük varlığı ve bu bastırılmış içtepinin açığa çıkmasıyla düşman bellenen kişilerin ev, işyeri, mahalle ve köylerine yağma, yakma, katliam ve kırımlar düzenlendiği gizlenmesi mümkün olmayan tarihsel bir olgular dizgesi olarak karşımızda durmaktadır.
Oysa, Osmanlı devlet düzeni ırkçılığı ve dinciliği baz alan bir yapıda değildi. Padişah analarının %99u Avrupa kökenliydi: Rum, Ermeni, Arnavut, Çerkez, Fransız, İtalyan, Sırp kökenli devlet adamları, sadrazamlar, paşalar olduğu gibi Yahudi milletvekilleri de vardı.
Osmanlı yöneticileri halktaki bu dinsel kökenli taassup, hoşgörüsüzlük ve nefret algısını önlemeye çalışmaktansa, bunu, yeri geldiğinde, siyasal çıkarları için Müslümanlık çemberi dışında kalan Alevi, Hristiyan ve Yahudi dininden olan öbeklere karşı kullanmayı seçmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da pek değişen bir şey olmamış bu algı ve anlayış özellikle son 10 yılda artarak devam etmiştir.
1876 Selanik olayı, 1914-18 Ermeni ve Süryanilere karşı düzenlenen saldırılar, İzmir Yangını, Trakya Pogromu, Varlık vergisi, 6-7 Eylül, Maraş, Sivas olayları ve benzerleri hep bu siyasal ve toplumsal alışkanlığın devamıdır. AKP’nin iktidar olmasıyla toplumun en alt katmanlarında yaygınlaşan İslamlaşma ile hızla yükselişe geçen özellikle kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetler ile sırf farklı ve çağcıl görünüşlü kişilere karşı yapılan saldırıları da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
BAŞLANGIÇ VE I. MEŞRUTİYET (PARLAMENTARİZM)
1870’lerde Osmanlı Devleti hem ekonomik hem de siyasal bunalımlar içinde yüzüyordu. Yönetimde reform yapılarak Meşrutiyet (Parlamentarizm, Parlamenter Krallık) yönetimine geçilmesini savunan ve ilk Anayasa taslağını hazırlayan Sadrazam Mithat Paşa ve ekibi sivil bir darbeyle 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz’i tahttan indirerek yerine, önce V. Murat’ı, ancak tozutma belirtileri göstermeye başlayınca da onun yerine II. Abdülhamit’i tahta geçirirler.
O sırada Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusya’sı Osmanlı’ya ültimatom vermiş, Avrupa devletleri de İstanbul’da düzenledikleri bir konferansta Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlık, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’e özerklik verilip verilmemesini tartışıyorlardı!
Meşrutiyeti ilan ettiği takdirde Avrupa devletlerinin bu isteklerden vazgeçeceğini zanneden Abdülhamit, konferansın toplandığı aynı gün, Kanuni Esasi’yi (Anayasa) ilan eder (23 Aralık 1876). Seçimlerden sonra ilk Meclisi Mebusan faaliyete geçer ve böylece Osmanlı’da meşrutiyet dönemi başlamış olur. Ancak, Avrupa devletleri kararlarından vazgeçmeyince Osmanlı ile Rusya arasında Balkan savaşı patlak verir (1877).
İki yıl sürecek bu savaşta Osmanlı orduları tüm cephelerde bozguna uğrar. Rus orduları Yeşilköy’e (Ayastefanos) kadar gelir. Meclis bu ağır yenilgi karşısında Abdülhamit’i suçlar. Abdülhamit de 18 Şubat 1878’de meclisi tatil eder, Anayasayı askıya alır ve böylece I. Meşrutiyet devri sona ermiş olur! (II Meşrutiyet 30 yıl sonra 1908de başlayacaktır)
Ateşkesin ardından Ruslarla imzalanan Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878) Balkan halklarını Osmanlı egemenliğinden kurtarırken, Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı bölgelerde reform yapılmasını şart koşan ek bir madde içermekteydi. Aslında, reform yapılmasından amaç o bölgeye din adamı kisvesi altında bir takım ajanlar göndererek Ermeni halkını Osmanlı’ya karşı ayaklanmaya hazırlamaktı. Böylece Rusya hem Balkan halkları, hem de Ermeniler üzerinde sempati kazanmayı ve siyasal güç elde etmeyi umuyordu.
Ancak, Rusya’nın Balkanlar ve Anadolu’da etkin olma girişimi Avrupa devletlerinin hoşuna gitmemiştir. 13 Temmuz 1878’de Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Fransa’nın katılımıyla Berlin’de ikinci bir kongre toplanır. Kongre sonuç bildirgesinde Balkanlar’daki Rus egemenliği yerine Osmanlı denetimi az çok sağlanıyor, Ermeniler ile ilgili reform koşulu aynen kabul ediliyor, böylelikle Ermeniler bir “sorun” olarak ilk kez uluslararası gündeme taşınmış oluyordu.
Harita: ERMENİSTAN VE TÜRKİ CUMHURİYETLER
Bu konferanstan sonra Rusya Balkan halklarını kullanarak Çar Büyük Petro’nun “sıcak denizlere inme hayalini” ni sürdüremeyeceğini artık anlamıştı. Bu durumda tek seçenek Erzurum-Adana hattını kullanarak, dolayısıyla, o bölgede yaşayan Ermenileri kullanarak Akdeniz’e inmeyi denemekti.
İngiltere Rusya’nın bu emelini hemen fark etmiş ve kendisine bağlı bir Ermenistan oluşturmak üzere çoktan kollarını sıvamıştı. Böylece hem Rusların Akdeniz’e inmesi engellenecek, hem de Osmanlıların Pantürkizm hayalleri, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk halklarıyla olan toprak bağlantısı “Ermenistan tıkacı” ile kesilmiş olacak, bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı. Yandaki haritayı incelersek Türkiye ile doğudaki Türki cumhuriyetlerin toprak bağlantısının Ermenistan ile nasıl kesildiği açıkça görebiliriz.
Böylelikle, bir yandan Rus, öte yandan İngilizlerin girişimleriyle Osmanlı’da faaliyet göstermekte olan Ermeni kültür ve dayanışma dernekleri yavaş yavaş siyasal partilere, daha sonra terör örgütlerine dönüşmeye başlayacaktır. Ortak amaç “Batı Ermenistan” (Adana’dan Kars’a kadar olan topraklar) dedikleri bölgede yaşayanlar ile Çarlık Rusya’sındakilerin birleştirilerek “Büyük Ermenistan” ın kurulmasıydı. Liberal görüşlü Armenikan (Van, 1885), sosyal demokrat Hınçakyan (Cenevre 1887) ve sol Taşnaksutyun (Tiflis, 1890) bu misyon ve vizyon için kurulmuştu. (Bugün bu partilerin hepsi halen etkindir).
Devamı Birinci Bölüm, İkinci Yazıda: ERMENİ İSYANLARI 1890-96
(https://turkiye.net/tarih/turk-tarihi/ermeni-sorunsali-1-b/ )
Erdağ Duru
[1] Bu araştırma kapsamında Müslüman terimi ile en geniş anlamda Sünni Müslüman kesim kastedilmektedir. Aleviler bu kapsamda değildir.
________________________________________________________________
Referans:
1. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, 1992
2. Davranışlarımızı Kökeni, Dr. Erol Teber, Sorun Yayınları, 1975
3. Din Devletleri, Prof. Dr. Aysel Ekşi, Ümit Yayıncılık, 1995
4. Emperyalizm Kıskacında Türkler Ermeniler Kürtler, Yazıcı Yayınevi, 2003, Ersal Yavi
5. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Stanford J. Shaw, Cambridge University Press, 1987
6. History of the Western Civizilation, Bertrand Russell, Unwin University Books, 1971
7. İnternet kaynakları: Timeturk Haber, Vikipedia, Agos Gazetesi, Al Jazeera ve Ermenistan ile ilgili çeşitli web siteleri
8. Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, Dimitri Kantemir, Cumhuriyet Yayınları, 1998
9. The Encyclopedia Americana International Edition, Americana Corp., I-XXX Volumes, New York, 1977
10. The Reader’s Digest Great Encyclopeadic Dictionary, Oxford University Press, 1964
11. The Turkish Labyrinth, James Pettifer, Viking Penguin Group, 1997
12. Théma Larousse, Tematik Ansiklopedi, Cilt 1-2, Larousse 1993 Milliyet 1993-1994
13. Türk Devrimini Temelleri ve Gelişimi, Doç. Dr. Ahmet Mumcu, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1976
14. Türkiye Cumhuriyeti Çökerken, Vural Savaş, Bilgi Yayınevi, 2004
15. Türkiye’de Etnik Gruplar, P. Alford Andrews, Ant Yayınları, 1997
16. Türkiye Neden Feda Edildi? Merdan Yanardağ, Destek Yayınevi, 2013
17. Türklerin Tarihi, Doğan Avcıoğlu, Tekin Yayınevi, 1985
18. Ulusal Kültür Savaşı, Atilla İlhan, Bilgi Yayınevi, 1998